Category Archives: Karagöz Hacıvat

Kâr-ı kadîm Karagöz

Kâr-ı kadîm Karagöz, eskiden yazılmış klasik karagöz oyunları için kullanılan bir terimdir ancak klasik oyun metni dışında bir de Kâr-ı Kadim oynatım tarzı vardır. Kâr-ı kadîm Karagöz oynatımında tamamen klasik yöntem kullanılır, doğaçlama yapılmaz. Oyunun başında göstermelik kaldırıldıktan sonra Hacıvat Çelebi klasik bir Türk sanat Müziği şarkısı ile gelir, şarkı bittikten sonra “Aruz Vezni” ile yazılmış klasik perde gazellerinden birini okur ve içinde eski Türkçe kelimelerin de bolca geçtiği klasik bir mukaddimeye başlar. Teganni sırasında küçük bir musiki gazeli okur. Mukaddimeden sonra sıra muhavereye geldiğinde yine klasik bir muhavere yapar, örneğin musiki muhaveresi Kâr-ı Kadîm bir oyun için idealdir. Muhavere bittikten sonra sıra fasıl bölümüne geldiğinde klasik oyunlardan olan Ferhat ile Şirin veya Leyla ile Mecnun gibi kâr-ı kadîme uygun oyunlar seçilir. Bu tür oyunların seçilmesinin nedeni herkesin bildiği klasik hikayeler olduğundan bu hikayelerle ilgili pek çok şiir vs bulunmasıdır. İçinde Ferhat ve Şirin geçen pek çok şarkı, şiir vardır, aynı şey Leyla ile Mecnun için de geçerlidir. Oyun içinde pek çok şarkı ve şiir kullanılır, bu şarkı ve şiirlerin hepsi mümkün olduğunca klasik olanlardan seçilir.

Elbette ki bu tür bir oyunu oynatabilmek için öncelikle bunun kıymetini bilen ve anlayabilen bir seyirci kitlesi olması gerekir. Ben bunca yıllık Karagözcülük hayatımda böyle seyirci kitlesini sadece birkaç defa gördüm, bir defasında Çanakkale’de bir huzurevinde oynatmamı rica ettiler, gittiğimde huzurevinde yaşayan insanların hepsinin çok yaşlı insanlar olduğunu gördüm, yani benim kullandığım eski Türkçe kelimeleri anlayabilirlerdi. Orada Kâr-ı Kadim bir oyun oynattım, selamlamaya çıktığında baktım ki bütün seyirciler ağlıyorlardı, çocukluklarını hatırlamışlardı. Bir de bir defasında Sivas Cumhuriyet Üniversitesinin hocaları “Biz Kâr-ı Kadîm bir Karagöz seyretmek istiyoruz” diyerek beni Sivas’a davet ettiler, tabii gittim ve oyunumu oynattım, oyun sonunda çok yaşlı bir hocamız gelip bana sarıldı ve çok duygulu bir şekilde “işte benim görmek istediğim Karagöz budur” dedi. Bunların haricinde birkaç yerde daha oynattım. Yani herkesin anlayabileceği bir tarz değil, sadece meraklıları bilir ve sever.

Yukarıda gördüğünüz video Sivas Cumhuriyet Üniversitesi hocaları için oynattığım Kâr-ı Kadîm Karagöz oyununun öncesinde müzisyen arkadaşlarla yaptığımız prova videosundan bir parça, oyunda kullandığımız klasik bestelerden bir tanesini çalışıyoruz, “Gülşende yine ahu enin eyledi bülbül”.

Geçmişte Karagözcüler ve Ortaoyuncular

Geleneksel tiyatromuzun iki önemli türü olan Karagöz ile Ortaoyununda sanatçılar hem yaratıcı hem kılgıcı (icracı) oldukları için önemleri iki katlıdır, ancak bunlar üzerine yeterli bilgimiz yoktur. Karagözcüler üzerine ilk bilgiyi 16. yüzyılda buluyoruz. Nitekim böylece daha önceki yüzyıllarda Karagöz ve benzeri gölge oyunlarının bulunmadığı, bazı metinlerde daha önceki yüzyıllarda geçen “hayal” sözcüğünün ise ya edebi bir anıştırma veya kukla yerine kullanıldığı, ilk gölge oyununun Yavuz ultan elim çağında Mısır’dan Türkiye’ye gelmiş olduğu görüşü daha güç kazanmaktadır. Gerçi bu arada Kör Hasan adlı bir hayalcinin Yıldırım Beyazıd çağında yaşadığı ileri sürülmüşse de bu hayalci de 16. yüzyılda yaşamıştır. 16. yüzyıla gelince oyuncu takımlarının adlarını veren ve takımların kaçar kişi olduklarını gösteren bir belgede
1) CEMAAT-İ HAYAL-İ ZILCİYAN başlığı altında şu sanatçıların adlarını buluyoruz: Pehleven Şah Kolu, Pehlevan Sakoğlu, Pehleven Kör Hasan, Pehleven Yeni Kapulu Ahmet, Pehleven Çalık Ali, Bali, Pehlevan Mehmet Bursevî, Pehleven Ahvel Mehmet, Pehleven Yeni Kapulu Hasan, Halebli Arab Mehmet, Pehlevan Vakoğlu Mehmet, Osman, Parpul Çalık, Osman, (okunamadı) Süleyman, Muslı Sefer Bali, Baba Antepli Yucuk (?), Uzun Ali. Bu belgede öteki oyuncu takımları birden çok oyunculardan meydana gelmesine karşın hayalcilerin birer kişi (nefer) olarak gösterilmiş olması da bu çağda gölge oyununu tek kişinin oynattığı bir oyun olduğu sonucuna varabiliriz. (2)

Bundan sonraki yüzyıllar üzerine Prof, Jacob’un çeşitli kaynaklara dayanarak verdiği ve daha sonraki incelemecilerin de Prof Jacob’dan aktardığı şu adları sayabiliriz. Kör Hasanzade mehmet Çelebi, Şengül Çelebi, Kandillioğlu, ultan İbrahim çağında Ahmet, Kör Muslu Oğlu, arı Ahmet, Bekçi Mehmet.

Yakın çağ Karagözcülerinin çeşitli kaynaklardan (3) bulduğum adları aşağıda alfabetik ve yanlarında ek bilgilerle verilmiştir. Aktar Mehmet (Vezneciler’de dükkanı vardı), Aktar Rıza, Aktar Zeki, Ali Münir (Harbiye nezareti katiplerinden), Arap Ali, Arap Aziz, Arap Cemal (Zenci, besteci Haci Kerami Efendi oğlu), Arap Kamil, Arap Ömer (Habeşî, Üsküdarlı, Mızıka-i Hümayun’da kolağası), Asım (Pişekar), Aşkî, Baba Halim, Baba Müştak (Bektaşi, Üsküdarlı), Badi Rıza, Balıkçı Dikran, Bedestenli Piştov Rıza (Hanende), Bedestenli Yekçeşme İzzet Efendi, Behiç Efendi, Bekçi Mahmut, Bekçi Mehmet (Ölümü 1191), Berber Ahmet, Bestekâr Rıza Bey, Beygir Süleyman, Boğos Efendi, Büyük Safa, Büyük Saffet, Cafdara Halit, Camcı İrfan, Camcı Mehmet, Cerrah Mustafa, Cerrah Salih (Direklerarasında binbaşı, sünnetçi, çırağı Rıza), Çarşambalı Şefik Safi, Çelebi Mehmet, Çiçekçi Rıza, Çilingir Ohannes, Çopur Hüsnü, Dalgin Serafim, Darphaneli Hafız Efendi, Defterhaneli Şefik, Deli Hayri, Demirci Ohannes, Elmas, Enderunlu Hakkı Bey (özel konaklarda), Erenköylü Haydar, Eyüplü Hacı Yorgi, Fahri (Şirketi Hayriye görevlisi), Fesçi Agah, Garip İhsan, Gözü Güzel Hacı, Hakkı Bey, Gülünç Fahri, Hacı Yorgi, Hafız Mehmet, Hafız Mehmet Ali, Hamamcı üleyman Efendi (Haseki Muhtarı), Hayalcibaşı Yusuf, Hayal Küpü Emin Ağa (Beyazıt’ta), Hidayet, Hokkabaz Cemal Bey (Askeri müzede mehterhaneye bakardı), Hüseyin Hüsnü Efendi, İhsan Efendi (Hanende), İkatoron Mehmet Bey (Maliye’de), İkiyanlı Kevork (Tatavla’da), İsmet Efendi, İsmet Fahri Bey, Kantarcı Hakkı (Kasımpaşa’da), Kantarcı Kadri, Kaptan Rahmi, Karagöz Hüseyin, Karagöz Mehmet (Kavuklu), Karanfil, Kasımpaşalı Hafız Bey, Katip Kör Arap, Katip Salih Efendi (laleli’de, karagöz’e yenilikler getirdi), Katip Sami, Kel Mehmet, Kaşıkçı Aziz, Kıbrıslı Agah, Komik Saffet, Kör İmam (Üsküplü hanında), Kör İzzet Efendi (Adliyede katip), Kör Mehmet, Küçük Ali (Muhittin, postacı), Küçük İsmail (pişekar), Kumkapılı Karakin, Kütburun Hakkı Necip, Lavantacı Kemal, Maliyeci Memduh, Mehmet Şah Bey, Memduh Bey (Aşık Razi, maliye yazmanı), Mevlanakapılı Ahmet, Mızıkalı Rıza, Miralay Mehmet Ali Bey, Miralay Mehmet Şahveyzade Halim Bey, Miralay Neş’et Bey, Muallim Şinasi, Mukbil (yorgancı, Abdi ile çalışırdı), Musahip Sait, Mücellit İbrahim (Beyazıt’ta), Mülazım Cemal Bey, Nakkaş Rıza (ortaoyuncu), Neşer Bey (Sonra paşa oldu), Nusret, Palabıyık Fuat Bey (Mızıkayı Hümayun’da), Papel Ahmet, Paytak Rıza, Peder Mustafa Efendi (Bursa’da Karagöz’e mezar yaptı), Pehlivan Haydar (Kadıköy rıhtım boyunda), Pehlivan Hüseyin, Pinti Hamit, Püskülcü Hüsnü Efendi (Kadırga’da), Ressam Hakkı, Ressam Muazzez, Rıza Efendi (Abdülaziz’in karagözcüsü), Samatyalı Takfor, Saraç Hasan, Saraç Hüseyin Ağa(Postahane saracı), Sefer Mehmet Efendi, Seraskerkapılı Yoklamacı Tecelli Bey (Usta, özel oynatırdı), Sırçalı İsmail, Sobacı Osman, Sobaci Şefik, Suat, Sülün Bey (Bursa’da), Şahinoğlu, Şair Ömer (Kabataşlı, plakları vardır), Şefik, Şekip, Şekerci Derviş (Aksaray’da), Şerbetçi Emin, Şerbetçi Tahir, Şeyh Fehmi Efendi (Salkımsöğüt dergahı şeyhi, Koska’da), Şeyh Tahir Ağa (Çınar dergahı), Koca Mustafa Paşa (hayalciler kahyası), Şişman Ahmet (Abdülaziz çağı, tasvir keser), Şükrü, Tahtaburun Ahsen (Tahtakale’de), Takoz Mustafa, Tenekeci Hımhım Hüsnü, Tezgahçı Serçe Mehmet Bey (Şeyh fehminin çırağı, ortaoyunu oynardı), Topal Kirkor, Topal Sadık (kabataşlı), Tophaneli Hafız Efendi (özel gösterir), Topkapılı Takvor (Taşkasap’ta), Tosun Efendi (Çarşambalı ortaoyuncu, pişekar), Usturacı Mustafa (1315 de öldü), Usturacı Rıza, Usturacı Tahir, Uzundudak Ahmet, Uzun – sıska İsmet, Yamalı hakkı (tasvir çizip keserdi), Yazmacı Hüsnü Efendi, Yemenici Topkapılı Andon (Kadıköy’de), Yorgancı Abdullah, Yorgancı Çopur Hüsnü, Yorgancı Mehmet, Yusuf Efendi (Mızıka-yı Hümayun’da hayalcibaşı), Zati Bey, Zenne Sait.

Ortaoyunculara gelince (4) şu adları buluyoruz: Abdi Efendi (pişekar), Abdürrezzak (kavuklu), Acem Ali Efendi (taklit), Agâh Efendi (kavuklu), Ali Bey (kavuklu), Aktar Şükrü Efendi (kavuklu), Andelip Çelebi, Arap Cemal (taklit), Armenak Efendi (zenne, balama), Aşır Efendi (zenne), Aşkî Efendi, Ayı Mehmet, Aziz Ağa (taklit), Baba Asım, Behbut Buhur, Bekçi Abdi Efendi (zenne), Borazan Tevfik, Büyük Ayı Mehmet Efendi (taklit), Büyük İsmail (kocakarı), Büyük Şevki, Cevdet (zenne), Cin Ahmet, Cüce Yusuf, Çarşambalı Şefik Safi, Çeşmemeydanlı Minas Mustafa Efendi (taklit), Çiçekçi Şakir Efendi (kocakarı), Çilingirzade Çavuş Ahmet Ağa, Çingene Sait Efendi (taklit), Çolak İbrahim Efendi (kavuklu), Çolak Muhittin, Çolak Tevfik Efendi (zenne), Dalgış Takvor Efendi (taklit), Dalgın (kavuklu), Dalgın Serafim Efendi (taklit), Deli Ahmet Efendi (taklit), Demirci Ethem Efendi (kavuklu), Demirci İbrahim Efendi (kavuklu), Deveci Ali, Deveci Efendi (taklit), Deveci Recep, Derviş Ağa (zenne), Divitçi Mehmet (pişekar), Döşemeci İsmail Efendi (zenne), Dursun Efendi, Dümbüllü İsmail, Emin Ağa (Türk taklidi), Eyüp abri Gülener, Fahri Gülünç (kavuklu), Faik Coşkun, Garbis Efendi (taklit, tuzsuz), Rafet (denyo), Hacı Bekçi Efendi, Hacı Hasan Efendi (kavuklu), Hacı Sadık Efendi (taklit), Hafız Cemal Efendi (taklit), Hafız Mehmet Ali Efendi (taklit), Hafız Portakal, Hamamcı Süleyman Efendi (pişekar), Hayali Safa, Hayali Sait Efendi, Hazineli Çavuş Aziz Ağa, Hüseyin Mat, Hüsnü Efendi (zenne), Hüsnü Nail Bey, İbrahim Hoca, İmam Hakkı Efendi (kavuklu), İmamın İsmail Efendi (zenne), İrfan Açıkgöz, Kadir Ağa (pişekar), Kadıköylü Refik, Kağıtçı Ahmet Efendi (zenne), Kâmil Ağa (süpürge kolu yöneticisi), Kavuklu, Kambur Esad, Kambur Haşmet, Kambur İzzet (pişekar), Kambur Mehmet Efendi (Üsküdar’da Aziz Mahmut Efendi tekkesi halifesi, ufak olduğu için zenbile koyarlardı), Kambur Rıza Efendi (kavuklu), Kantarcı Kadri, Karaoğlu, Karagöz Mehmet Efendi (kavuklu), Karagözcü Hayri, Karagözcü Pinti Hamit, Kaşıkçı Mehmet Efendi (zenne), Kavuklu Ali, Kavuklu Hamdi,, Keçeci Hakkı Efendi (taklit), Kel Hasan (kavuklu), Komik Kü.ük Hüseyin (Kavuklu Hamdi’nin bacanağı), Kosti Efendi (taklit), Köçek Ali Efendi (zenne), Kör Agâh Efendi (kavuklu), Kör Mehmet Efendi (kavuklu), Kör Mustafa Bey, Küçük Ali, Küçük Asım Efendi (pişekar, Davutpaşalı), Küçük Ayı Mehmet Efendi (kavuklu), Küçük İsmail (pişekar), Küçük Muhtar, Külahçı Mehmet Efendi (taklit), Malak Halim Bey, Keddah Aşkî Efendi (acem), Meddah İsmet Efendi (taklit, kavuklu), Meddah Kadri (Meddah ismet Efendi’nin oğlu), Meddah Salih Paytak, Meddah Sururi, Meddah Şükrü (taklit), Mehmet Çavuş, Medduh, Midyeci Kapril, Miskyağcı Hakkı Efendi (kavuklu), Miskyağcı İzzet Efendi (kavuklu), Muhallebici Mehmet Ali Efendi (kavuklu), Musahip Zeki Ağa, Mutaf Mustafa (pişekar), Muzikalı İhsan (arap halayık), Mürekkepçi Ahmet Efendi (zenne), Naşit Özcan (kavuklu), Necdet İnce, Nedim, Nuri (çelebi, taklit), Osep Kurban, Ömer Gülşeni, Paçavracı İsmail Efendi (zenne), Pepeme Ahmet (zenne), Poyraz Çavuş (taklit), Ressam Muazzez (taklit), Rıfat Efendi (kavuklu), Rıfkı, Rıza Efendi, Ruşeni, Sarmaşıklı, Sefer Mehmet (taklit), Sepetçi Ali Rıza Efendi (kavuklu, kocakarı), Serafim Saffet (kavuklu), Serçe Mehmet Efendi (zenne), Siret Bey, Siyahi Ahmet (zenne), Süslü Yakup, Şahin Ağa (taklit), Şair Ömer Efendi (zenne), Şakir Efendi (kavuklu), Şehreminili Cevdet Efendi (zenne), Şehreminili Frenk Mustafa (pişekar), Şerbetçi Muhittin (Rumelili taklidi), Şişman İbrahim Efendi (taklit), Şehreminili Mustafa Efendi (taklit), Şeyh Hakkı, Şoför Sadık, Tabak Mustafa Efendi (taklit), Tarçeli İsmail, Telgraf İsmail Efendi (zenne), Telgrafçı Halil Efendi (zenne), Tenekeci Kambur Yusuf, Terlikçi Ahmet Efendi (pişekar), Terlikçi Rıfat (ak arap), Terlikçi Rıza (zenne), Terlikçi Sadık, Terzi Salih (Kayserili), Tesbihçi Ahmet Efendi (zenne), Tesbihçi Sadık Efendi (taklit), Tezgahçi Mehmet Efendi (taklit, zenne), Tokatlı Derviş, Topal Nedim, Tosun Efendi (pişekar), Tulumbacı Kemal Baba (matiz), Tulumbacı Mustafa, Turşucu Mustafa Efendi (taklit), Uslu Şükrü, Usturacı İbrahim Efendi (kavuklu), Uzun Halil Efendi (pişekar), Yağcı izzet Efendi (taklit), Yahudi Osep Efendi (taklit), Yahya Çelebi, Yaşar, Yekta Osman Ali, Yemenici Rıza (zenne), Zenne İbrahim, Zenne Sait, Zihni Efendi (zenne).

Metin And – Forum Dergisi, sayı 330, 1968

Karagöz derneği kurucuları
Karagöz derneği kurucuları

Karagöz tasvirleri nasıl çizilir

Karagöz oyunlarında kullanılan tasvirler, gerek tiplemeler gerekse dekoratif tasvirlerin bir çizim tekniği vardır. Öylesine lalettayn çizim yapılmaz, karikatür gibi de çizilmez. Tiplerde yüz profilden, gövde ise profil de değil, tam cepheden de değil ama hafif çapraz bir duruş gibi çizilir. Yüz çizimleri profilden olduğu için iki tane göz, iki tane kulak olmaz, tek göz ve tek kulak olur. Bu tür çizime stilize etmek denir. Yani görünümü bozmadan sadeleştirerek şematize etmek. Karikatürde abartı vardır, Karagöz tasvirlerinde karikatür gibi abartı olmaz. Anadolu’nun hemen hemen her yöresinde ortaya çıkarılan tarihi duvar kabartmalarındaki çizim tekniğinin hemen hemen aynısı uygulanır. Ayrıca çizilecek olan tiplerin hangi yöreye ait olduğu tesbit edilerek o yörenin giyim kuşamı araştırılarak yöreye uygun giyim kuşamla çizilir. Çelebi bir İstanbul efendisidir, dolayısıyla kravatlı, ceket pantolonlu çizilir, Egeli bir tip çizilecekse erkekse ona göre kadınsa ona göre çizilir. Diyelim ki bir Acem tasviri çizilecek, başında mutlaka kalpak olmalıdır, Karadenizli çizilecekse yöresel giysiler ile çizilmelidir.

Ankara Kargamış, Chimaira başı. (Anadolu Kültür Tarihi, Tubitak yay. Sayfa 215)
Kral Sulumeli hava tanrısına sunuda bulunuyor (Anadolu Kültür Tarihi, Tubitak yay. Sayfa 212)
Karagöz ve Hacıvat kalıp

Tiplemelerin haricinde kalan ev, ağaç, çeşme vs gibi diğer dekoratif tasvirler ise yine karikatür gibi abartılı bir şekilde çizilmez. İki büklüm olmuş karikatürize evler klasik karagözde yoktur. Stlize kuralı diğer tasvirler için de geçerlidir. Nesnenin şeklini bozmadan basitleştirerek şematize edilir.

Karagöz yüzlerce yıllık geçmişi olan kadîm bir sanattır, bu yüzden bu sanatı bozmadan yaşamasını ve bizden sonra gelen nesillere aktarılması gerekir, bu yüzden de bazı kurallara riayet edilmesi gerekir. Bu kuralların en önemlilerinden biri de çizim tekniğidir.

Haham

Haham

Haham, sadece Salıncak oyununda yer alır, Karagöz salıncakçılık yaparken bir Yahudi gelip sallanırken salıncaktan düşer ve ölür, bunun üzerine Hacıvat Yahudilere haber verir. İki Yahudi gelerek ölen kişiyi alıp götürürler, önde Haham, arkada omuzlarında tabut ile iki Yahudi, yaşlı bir kadın ve bir çocuk olarak tekrar gelirler. Haham (Cevdet Kudret’in Karagöz adlı üç ciltlik kitabında Hahambaşı olarak geçer)

A kerez ma kerez havyar salatası

A kerez ma kerez turp salatası

A kerez ma kerez zeytin salatası

diyerek dua eder, diğer Yahudiler her cümleden sonra Hamme derler.

1997 Yılında Çocuk Vakfı bünyesinde düzenlenen Karagöz kursu

 Bugün, benim de kursiyer olarak katıldığım 1997 yılında Çocuk Vakfında düzenlenen Karagöz kursu hakkında bir yazı okudum. Bir konuyu düzeltmek istedim. Yazıda Alpay, Hasan Hüseyin, Ramiz ve Ben (Emin Şenyer)’in bu kurs sonucunda Karagözcü olduğumuz yazıyordu. Bu tamamen yanlış bir bilgidir.

 Kurstan önce de Alpay, Hasan Hüseyin ve Ramiz profesyonel olarak karagözcülük yapıyorlardı, Alpay, İhsan Dizdar’ın yardağıydı, kendisi de müstakil olarak gösteriler yapıyordu. Hasan Hüseyin, İstanbul Şehir Tiyatrolarında Karagöz oynatıyordu, Ramiz ise Tacettin Diker’in yardağıydı. Çocuk Vakfı tarafından düzenlenen kursa katılmalarının tek nedeni Milli Eğitim tarafından verilecek olan sertifikayı almaktı.

 Yani bu kişiler Karagöz sanatını Çocuk Vakfında öğrenmediler, daha önceden profesyonelce karagözcülük yapıyorlardı.

 Daha önceden Karagöz sanatı ile hiçbir ilgisi olmadığı halde 1997 yılı Kasım ayında başlayıp 1998 yılı Mayıs ayında sona eren Karagöz Kursu’na katılan ve hâlen Karagözcülük yapan tek kişi benim (Emin Şenyer). Ancak benim karagözcü olmam o kursta verilen (verilmemeye çalışılan) (Verilmemeye çalışılan, kursta iki eğitmen vardı, biri Tacettin Diker diğeri ise Orhan Kurt, ikisi de yeni sanatçılar çıkmasını istemiyorlardı. Bu yüzden öğretiyormuş gibi yapıp öğretmeme konusunda son derece başarılılardı.) eğitim ile hiçbir ilgisi yoktur. Ben kurs bittikten sonra ustam Metin Özlen’in bana yardaklık teklif etmesi ile ustam Metin Özlen ile yıllarca birlikte çalıştım ve ustamın sayesinde karagözcü oldum. Çocuk Vakfı benim Metin Özlen ile tanışmama vesile oldu, bu yüzden kendilerine müteşekkirim. Ancak o kurstan karagözcü çıkmadı. Bunun dışında söylenenler yanlıştır.

Bu yazdıklarımda bir yanlışlık olduğunu düşünen varsa lütfen yorum olarak sayfaya yazsın. Yanlışı düzeltmeye ve özür dilemeye her zaman hazırım.

İcazetname

Karagöz’de madde ve teknik

Hayâl oyunu suretleri kalın deriden ve bilhassa deve derisinden yapılır. Bir rivayete göre bu suretlerin deve değil düğe derisinden yapıldığı söylenmektedir. Halk arasında düğe kelimesi zamanla tahrif edilmiş ve deve şekline tebeddül etmiştir. Bu suretlerin boyları genellikle bir karıştan fazla olup çeşitli renklere boyanmıştır ve dana ve deve derisinden imali de mümkündür. Bununla beraber en makbülü merkep ve deve derisinden olanıdır. Fakat ayrıca mukavvadan yapılmış olanları da mevcuttur. Bunlar bezire batırılır. Şeffaflığı temin edilir. Ekseriya deve derisinin tercih edilmesinin sebebi şudur.
1) Işık tesiri ile renkleri perdeye aksettirmesi, şeffaf olması
2) Dayanıklı olması, (sıcağa mütehammüldür, eğilip bükülmez)
Deriyi şeffaf hale getirmek için muhtelif usuller vardır. Deri şeffaf hale bir geldikten sonra gerilir ve kurutulur. Deri nemli olursa işlemek için daha elverişlidir, daha kolay çalışılır. Onun için Sonbahar ve Kış bu işler için daha müsait mevsimlerdir. Tasviri kesmek için Nevrekan tâbir olunan ucu gayet keskin bir alet kullanılır. Muhtelif delikleri yapmak için ise demirden yuvarlak zımbalar vardır.
Evvela deri bir kütük üzerine serilir, verilecek şekil tesbit edildikten sonra Nevrekan ile kesilmeye başlanır; fakat derinin çarpılmaması için ters tarafından kesilir.
Kesilen suretleri boyamak işinde eski ustalar halılar için kullandıkları kök boyaları kullanırlarmış. Bunlar muhakkak ki kimyevi boyalardan daha sabit, güzel ve parlak görünürlermiş. Hatta eski oyunların meşale ile oynanması tasvirlere sürülen boyaların pişmesini ve de bu suretle de daha güzel görünmesini temin ediyormuş. Ayrıca meşalenin titreyen ziyası aynı zamanda eşhasa daha ziyade bir canlılık verdiğinden elektrik ziyasına bittabi müreccahtır.
Hayali en iyi cisimlendiren meşale, bir sahan, pamuk ipliğinden mamul dört parmak eninde fitil, zeytinyağı susam veya bezir yağı ile vücuda getirilir.
Dikkat edilecek bir başka cihet ise hararetten yağın ısınıp parlamaması için bir zinciri ara sıra sahanın içine sokmaktır. Bu zincir biraz sonra çıkarılır, yağ tekrar kızıştığı takdirde yine konur. Yani zincirin ışığı ayarlayıcı bir rolü vardır. Yalnız fitilin sabit kalması için üzerine ağır bir şey mesela bir taş koymayı unutmamak lazımdır.
Deve derisinden yapılmış eski tasvirlerin ortalama ağırlıkları 50 gram kadardır. Bunlar iki karış kadar boyunda ince değneklere takılarak beyaz bir perde üzerinde arkadan ışık yakılmak suretiyle oynatılır ve perdenin diğer tarafında oturanlara seyrettirilir. Suretlerin deriden ayrı ayrı kesilmiş elleri ve ayakları mafsallarından birer iplik düğüm ile bağlanmış olup kafaya ve ellerinin ucuna geçirilerek tahrik olunur.
Karagöz perdesi 1 X 1.20 ebadında dikdörtgen beyaz bir bezden ibaret olup bunun etrafına kalın bir kumaş geçirilmiştir. Bu perde iki duvar arasına gerilerek arka tarafında perdenin alt yanına gelmek üzere iplerle tahta bir raf asılır. Bu rafın üzerine konan bir sahan yahut çanak içine de mum parçalarından büyücek bir meşale yakılır. Hayali bu meşalenin önünde ayakta durarak iki eliyle tuttuğu değnekler vasıtasıyla bu şekillere hareket verir. Işık arkadan vurduğu için seyirciler değnekleri görmez.
Hayal perdesinde dekora tekabül eden unsurlar yoktur. Bu dekorsuz sahneye karagözcüler pirleri saydıkları Şeyh Küşteri’ye izafeten Küşteri Meydanı derler. Burası bir meydan yahut sokaktır. Perdenin sağ yukarı köşesi Karagöz’ün penceresini temsil eder. Hayal perdesi kemiyet alemi değil keyfiyet alemidir. Bu nokta onun en bariz vasfını teşkil eder. Primitiflerde olduğu gibi karagözde de mekan kaydı olmadığı gibi anatomi ve perspektif kayıtları da yoktur.
Karagöz tekniğinin temeli perde ile ışıktır. Loşluk ve titreklik ise tâlî elemanlardır. Karagöz sadece bir suret oyunu değil aynı zamanda ışık oyunu, mum ışığı oyunudur. Daha evvel de işaret ettiğimiz gibi elektrik ışığı beyaz, katı ve cansız bir ışıktır. Bu hal ise Karagöz’ün orijinalitesini bozmaya kafi gelir. Bir nevi sihre malik olan mum ışığı ise beyaz perdeye bir canlılık verir ve manalandırır. Gerçek birer sanatkar olan karagözcülerimiz suretler üzerine koydukları renklerle bu husustaki bilgi ve liyakatlerini teyit etmektedirler. Çünkü bu renkler güneş ziyası altında seyredilmek için değil, mum ışığında temaşası ayrı bir zevk olan ve ancak şeffaf olarak görüldüğünde çok güzel olan renklerdir. Karagöz suretleri delik deşiktir, ışığın bunlara kazandırdığı plastik değerlerden biri de deliklerdir. Karagözün yalnız kendine has bir anatomisi vardır ve bu delikler sayesinde kompleks şekiller vüzuh bulurlar.
Bu vesile ile şunu da belirtmek ve ilave etmek isterim ki; geçenlerde üstad Sabri Esat Beyin Yunanlıların Karagözü benimsemeleri hususunda haklı bir endişe duyarak bu mevzua temas eden bir yazısında dediği gibi; “Karagözün ciddi olarak ele alınması ve devlet eliyle ihyası yoluna gidilmesi” bizim de en büyük temennimizdir.

Dürrüşehvar Duyuran, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Haziran 1959

Karagöz kimindir, nedir?

Karagöz kimdir – Karagöz’ün Çinden geldiğini söylerler. Milattan sekiz yıl önce ölen Çin İmparatoru Vu’nun sarayında dini dansları düzenleyen Çang Vong tarafından düşünülmüş. Bu adam genç yaşında ölen karısının acısını ututamayan imparatoru oyalamak istemiş. İmparatoriçenin saray bahçesinde dolaşmasını canlandıran bir ışıklı perde gösterisi yapmış. İşte bu perde Karagöz oyununun başlangıcı olmuş. Bu bir söylentidir.

 Karagözü kim düşünmüş, bulmuş sorusuna ben1941’de şu cevabı vermiştim. “Bundan otuz yıl kadar önce Londra’da bulunduğum zaman “British Museum” salonlarında muhtelif kavimlerin elişlerine dair yaptığım müşahadeler sırasında bizin Karagöz gibi deriden oyulmuş, perdede oynatılmak üzere değneklere geçirilmiş bir takım suretler gördüğümü hatırlıyorum. Bu dökümanlara dayanarak diyeceğim ki Karagözün ışıklı bir perde üzerinde oynatılmaktan ibaret olan tekniği çok eskidir. Işıklı perdeyi tanıyan Orta Asya kavimleri bu hayal oyununu tecrübe etmek istemişlerdir. Türkün bu hayal oyunundaki dehası tekniğini bulmasında değil, ondan yepyeni bir estetik icat etmesindedir.

 Işıklı perde, ışıklı suretler kimin icadı olursa olsun bunu bir gösteri oluşundan kurtarıp bir tiyatro oluşuna getirmek sonra onu Avrupa’ya, Afrika’ya kadar yayma işini Türkler yapmışlardır. Onun için Yunanlıların Karagözü bir Bizans oyunu gibi benimsemeleri, kongrelerde bu yolda direnmeleri yersizdir. Gerçeğin bu olduğunu Yunanlıların kendileri de söylemiştir. 1940’da Atina’da çıkan Atinaiki Nea gazetesi Türkiye’de Karagöz için heykel dikilmesi düşünüldüğü sırada şu satırları yazmıştır.

 “Türkiye’de Karagöz’e heykel dikileceği haber veriliyor. Karagöz’e verilen kıymet komşularımızın hakiki kıymetleri takdir ettiklerini göstermektedir. Uzun yıllar zarfında Türk nesillerinin ruhi gıdalarını teşkil eden bu sanat herkese hitap ettiği için yaşayabilmiştir. Karagöz’ün felsefesi çok derin olmasına rağmen sadedir. Karagöz’ün şakaları nezihtir ve hiç kimsenin ruhunu sıkmaz. O, halktan aldığı ruhtan zehirleri çıkarır, tozları atar ve bunu tertemiz olarak seyircilere aktarır. Doğrusunu söylemek lazım gelirse Karagöz’ü Atina sahnelerinin pek çoğuna tercih ederim. O kimseyi sıkmaz, kimseyi sinirlendirmez ve herkese bol ve temiz bir kahkaha verir. Bizim piyes yazarlarımızın anlaşılmaz dilleri yüzünden Yunan soyundan olmamakla beraber ikinci vatanı ile ne kadar sevişmiştir ki derhal tabiiyetini istemeye hak kazanmıştır.

Karagöz’ün sosyal kaynağı; Karagöz’ün doğmasında sosyal işbölümünün rolü büyük olmuştur. Karagöz’ün teknik özelliklerinden birisi bir tek oyuncu tarafından oynatılmasıdır. Oysa ki Karagöz, ortaoyunu gibi tipleri çok olan bir oyundur. Konu ne olursa olsun, şahıslar ne kadar çok olursa olsun, karagözcünün çırakları kaç tane olursa olsun oynatan tek kişidir. Karagöz oynatılan yerin darlığı, seyircilerin azlığı, ucuza mal edilme düşüncesi, her yerde oynatılabilmek, kolaylıkla hazırlanabilmek gibi zaruretler bu perde oyununu meydana getiren ekonomik sebeplerdir. Böylece teknik bakımdan Karagöz oyunu icat edildiği günden beri Karagözcüyü perde arkasında gizlemek için düşünülmüştür.

Karagöz perde oyunudur; Karagöz’ün estetik kaderi bu düz ve beyaz perdenin teknik tabiatına sımsıkı bağlıdır. Bu perde mum ışığı ile aydınlatılmıştır. Karagöz suretleri işte bu düz ve aydınlık zemin üzrine yatacak ve şeffaf görünecektir. Suretlerin bu düz zeminle daha iyi uyuşması profil durumunda olabilir. Onun için Karagözcüler suretleri hep profil olarak yapmışlardır. Çengi gibi kolları profil olmayanlarda bile gövdenin öbür parçaları yine profil durumundadır. Eller, ayaklar, parmaklar, sıra ile üst üste gelmek üzere yapılmışlardır. Demek ki profil durumu Karagöz plastiğinin belli başlı bir karakteridir.

 Bütün bu görüler bize Karagöz’ün estetik varlığı hangi değer kutbu üzerinde toplandığını gösterir. Hayal oyunu natüralist bir sanattır. Karagöz tabiatı taklit etmek anlamıyla gerçekçi bir sanat değildir. Yalnız şekil yanlışlarına “Deformation”lara yer veren soysuz bir sanat da değildir. Karagöz’de gerçek ile ideal sevişerek birleşmektedir. Karagöz tabiata kapanmaz, tabiatı aşar. Her metafizikleşen sanat gibi Karagöz de gücünü şekilden çok özden alır. Bu suretlerde tabiatın şekillerinden çok kanunları vardır.

 İşte Karagöz oyunundaki suretler bir bakıma orta zaman primitiflerinin resim anlayışına yaklaşır. Primitifler için tabiat olduğu gibi taklit edilecek bir konu değildir. Primitifler de anatomi, perspektif bilirlerdi. Ancak resimlerini bu bilgilere uygun yapmazlardı. Perspektifleri ışığınki değil ruhunki idi. Bilince değil duyunca boyun eğiyorlardı. Karagöz suretleri de böyledir. Karagöz suretleri tiplerin fiziği değil metafiziğidir.

Karagözdeki ışıklı oyun karakteri; Karagöz yalnız bir suret gösterisi değil, hem de bir ışık gösterisidir. Kim, hangi şair, hangi duygulu insan Türk mahallesinde zifiri karanlık içinde yürüyen bir yolcunun elindeki mum fenerinin titrek ışığındaki sırlı şiiri duymamıştır. Hangi seyirci Karagöz’ün gözlerini delip geçen bu titrek ışığın ilham verici pırıltısı karşısında derin düşünceye dalmamıştır.  Hayal oyunundaki bu şiir sonsuzdur. Hayal perdesinde bin bir ışık bin bir plan ve kompozisyon vardır. Bu titrek ışık ve gölge mâşerî duygularımızı her günkü mihrakından kurtarıp sanki öte âleme sürükler götürür. Karagöz bir ışık orkestrasıdır. Eski karagözcüler mum ışığının estetik değerini çok iyi biliyorlardı. Bu sisli ışıktan sonuna kadar yararlanıyorlardı. Bunun için de suretleri delik deşik ediyorlardı.

 Karagöz suretlerinde görülen koyu renklerin sebepleri de bu ışıktı. Bu renkler güneşin altında seyredilmek için verilmiş renkler değildi. Şeffaf olarak görülmek için verilmiş renkler, fener renkleriydi. İşte karagözcüler isteyerek yağ mumunu eritiyorlar, isteyerek pamuk ipliğinden fitiller yapıyorlar,  isteyerek bu yağ mumuna koyuyorlar, isteyerek hepsini birden yakıyorlardı. Böylelikle çocuğundan büyüğüne kadar bütün seyircilerini gerçek üstü bir âleme sürüklüyorlardı.

 Karagöz’ün tayyı mekân karakteri; Hayal perdesi mekân ve mesafe tanımaz. Karagözcü bu perde üzerinde her şeyi koyar, kaldırır, kurmak da elindedir, yıkmak da. Karagöz suretlerini durdurur, yürütür, zıplatır, uçurur, askıda bırakır. Tıpkı rüya, hülya âlemlerinde olduğu gibi. Işıklı perde sonsuz bir hareket ve hürriyet alanıdır. Bu başıboşluk Karagöz oyunu için türlü komik ve estetik oluşlara yer verir.

 Karagöz perdesi tiyatro sahnesi gibi dekorlu değildir, çıplaktır. Böyle olması onun için mutluluktur. Çünkü böyle olunca seyirciler dekorun vereceği kısır bilgi ile yetinecek yerde muhayyilelerini işletirler, muhayyilelerinde konuya en uygun olan, dekoru yaşatırlar. Bu, seyirciler için bir çalışma, bir sevinç kaynağı olur.

 Karagöz’ün komik karakteri; Karagözün komikliği en temelli karakterlerinden biridir. Bu komiğin nasıl bir komik olduğunu belirtmeliyiz. Birden Karagözün bir nükte komiği esprit komiği olduğu düşünülebilir. Doğru değildir. Çünkü Karagözde komiğin bu türlüsü pek azdır. Karagöz en çok hareket komiği, ses komiği, söyleyiş komiğidir. Karagöz’ün komik tipi Karagöz tipidir. Karagöz sureti en çok mafsal olan en oynak surettir. Hacıvat’ın oynak yeri üç tane olduğu halde Karagöz’ün altı tanedir. Böylelikle Karagöz sureti türlü tuhaf hareketler yaparak seyircileri güldürür. Karagöz’ün komik özelliklerinden biri de sesi, söyleyişi, diction’udur. Karagöz halkı bu kalın, çatlak sesi ile güldürür. Onun için radyoya geçen Karagöz bu hareket özünden yoksun kalmakta, yalnız ses komiği ile yetinmektedir. Dikkat edilirse ortaoyunundaki kavuklu, tuluattaki komik tipleri Karagöz tipinin birer suretidir.

 Karagöz’deki tipler; Karagözü büyükleri ve küçükleri güldürmek için oynatılan bir fars sayanlar vardır. Gerçi Karagöz tipi komik tipidir. Ancak Karagöz’ün görevi yalnız komiklik değildir. Karagöz tipi Hacıvat tipinin tam tersidir. Hacıvat diliyle, yaşayışı ile halktan ayrılmış olan bir tip, burjuva tipidir. Karagöz ise halkın kendisidir. Hacıvat Osmanlıca konuşur, Karagöz Türkçe. Hacıvat ukaladır, Karagöz sağduyusu olandır. Hacıvat gösterişi sever, Karagöz olduğu gibi görünür. Hacıvat yarı aydındır, karagöz bilmez ancak bilmediğini bilir. Hacıvat yabancı hayranıdır, Karagöz kendine yeticidir. İşte Karagöz fasıllarının ilk kısımları hep bu iki tipin çarpışmasından, dövüşmesinden meydana gelir. Karagöz’ün çarpıştığı başka  tipler de vardır. Bunların başında Araplar, Arnavutlar gibi Türk kültürünü özümsememiş olan Osmanlı azınlıkları gelir. Bunlardan başka Karagöz’ün anlaştığı tipler de vardır.

Karagöz yaşamış mıdır; Bu soruya şu cevabı vermiştim, “Karagöz canlı bir varlık olarak yaşamış mıdır? Tarih karagöz yoktur, çünkü varlığını gösteren hiçbir vesika bulamıyorum diyor. Tarihin yoktur dediği karagöz insan olarak doğmuş, yaşamış ve gömülmüş olan gerçek varlıktır. Karagöz şahsi yokluğuna rağmen gayrı şahsi bir varlıkla asırlarca Türk vicdanında yaşamış olan mâşerî mevcuttur. Kim, hangi ilim adamı, cevherî, bir lisandan, bir zevkten, bir zihniyetten ibaret olan bu yaratıcı dehayı inkar edebilen mâşerî bir timsal tecelli sırrına mazhar olurken hakiki bir fert gibi ne ete, ne kemiğe, ne tesalübe, hatta ne de Âdem’in eğe kemiğine muhtaç değildir. Mâşerî mahlukların anası milli deha, milli ananedir.

Prof. Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu

T.F.A Dergisi, Haziran 1959

Karagöz Oyunları Sözlüğü

Akarap: Beyaz Arap demektir, karagöz oyunu tiplerinden biridir

Ara muhavere: Hacıvat ile Karagöz arasındaki muhavereyi uzatmak için ilave edilen muhaveredir

Arap Halayık: Karagöz oyunu tiplerinden biridir. Bunlar siyahî kadınlardır

Âşık: az çalarak şiir okuyan halk vaizleridir.

Arnavut: Kendine has bir şiveyle konuşur. Laf anlamaz. Silahşör geçinir, sayı saymasını dahi bilmez.

Aynalı: Karagöz, Matiz ve Külhanbeyi tipleri tarafından kullanılan bir kelimedir. İyi ve güzel karşılığı olarak kullanılır.

Aynasız: Aynalı’yı kullanan Karagöz tipleri kullanır. Kötü karşılığı olarak kullanılır.

Ayvaz Serkiz: Konaklarda çalışır. Vanlı bir Ermenidir. Alış veriş yapar. Gayet sadıktır.

Balama: Karagöz, Matiz ve Külhanbeyi tipleri tarafından kullanılan bir kelimedir. Yabancı milletlerin tiplerine hitap ederken kullanırlar.

Baro: Karagöz, Matiz ve Külhanbeyi tipleri tarafından Bay yerine kullanılan bir kelimedir.

Beberuhi: Karagöz oyunu tiplerinde cüce olan bir tiptir. Bunlara Karagözü argosunda Pişbop denildiği gibi Altı karış beberuhi de denir.

Büyücü: Karagöz oyunu  tiplerinden olup eski devirlerden kalma büyü yapan insandır. Bu tip ekseriyetle kadın olur.

Cadı: Karagöz oyunu tiplerinden olup buna Cazu da denir. Geceleri şurada burada dolaşarak insanlara fenalık yaptığı zan edilen hortlaktır. Bunlar daima yaşlı kadın olur.

Cin: Karagöz oyunu tiplerindendir, göze görünmediği yahut nadiren görünüp de elle tutulamayacakları zan edilen hayali bir varlıktır. Bu tipe cumhuriyetin ilanından evvel yazılmış olan karagöz piyeslerinde rastlanır.

Cızlanmak: Karagöz, Matiz ve Külhanbey tipleri tarafından kullanılır. Bir yerden gitmek manasına gelir.

Çelebi: Karagöz oyunu tiplerindendir. Ekseriyetle delikanlı olan bu tipler bey ve efendi tabirlerinin kullanıldığı devirlerden evvel okuma yazması olan kimselere denirdi.

Çengi: Karagöz oyunu tiplerindendir, Bunlar kadın olur, Oyun oynar, rakseder.

Çırak: Karagözcünün yardımcısı, muavinidir.

Dayrezen: Karagöz oyununda def çalan adamdır.

Dedi ki: Karagöz oyunu tiplerindendir. Her kelimenin başına dedi ki ilave ederek konuşur.

Demeli: Karagöz oyunu tiplerindendir. Her kelimenin sonuna demeli ilave derek konuşur.

Dikizlemek: Karagöz, Matiz ve Külhanbeyi tarafından kullanılır. Gözetlemek manasına gelir.

Efe: Karagöz oyunu tiplerinden biridir. Anadolu’daki zeybeklerden köy yiğitlerine denir.

Ezberci: Anlamadan bazı cümleleri ezberlemiş olup ezbere konuşur.

Fasıl: Karagöz piyeslerine, oyunlarına verilen addır.

Gaco: Karagöz, Matiz ve Külhanbeyi tarafından kullanılır. Kadın demektir.

Gösterme: Buna göstermelik de denir, Karagöz oyununda temsile başlamadan evvel perdeye konulan ve oynanacak oyunu anlatan deriden veya mukavvadan kesilmiş ve boyanmış resimdir.

Geveze: Bu tip ağzına geleni söylediği gibi, boşboğaz, çok konuşur, münasebetsiz bir tiptir.

Habbe: Karagöz, Matiz ve Külhanbeyi tarafından kullanılır, yemek yemek demektir.

Hamal: Karagözcünün bütün karagöz levazımatının bulunduğu zembili taşıyan kişidir.

Hayâlî: Karagöz oyununda tasvirleri oynatan ve onları konuşturan sanatkardır. Buna Şehbaz, Hayalbaz, Suretbaz ve Karagözcü de denir.

Hayal perdesi: Karagöz oyunları yapılan perdeye denir. Buna Lu’bi Hayal, Hayal-i Zıll ve Şeyh Küşteri meydanı da denir.

Hımhım: Karagöz oyunu tiplerindendir. Genizden konuşur.

Hırbo: Karagöz oyunu tiplerindendir, Anadolulu taklidi yapar.

Himmet Ağa: Uzun boylu, Kastamonulu bir oduncudur. Temiz yüreklidir.

Işkırlak: Karagözün külahına denir.

Kambur: Karagöz oyunu tiplerinden biridir, sırtında tabii olmayan bir çıkıntı vardır.

Karadeniz uşağı: Çok ve hızlı konuşur. O tatlı şivesiyle denizden hamsiden bahseder.

Kekeme: Kekeleyerek konuşur.

Külhanbey: Karagöz tiplerinden biridir. Matiz ve Tuzsuz Deli Bekirden sonra gelir. İkinci Abdülhamit döneminde karagöz tipleri arasına girmiş olan Külhanbeyi sarhoş değildir.

Matiz: Her an sızması beklenen alelade bir bir mahalle sarhoşu olup söylenen sözleri güç anlar.

Muhacır: Göçmen manasına gelir, Eski devirlerde Avrupa kıtasında yaşayanlara Rumelili ve harpler dolayısıyla bunların anavatana gelenlerine muhacir denirdi.

Muhavere: Karagöz faslı başlamadan evvel Karagöz ve Hacıvat’ın yaptıkları konuşmaya denir.

Natır: Kadınlar hamamında çalışan hizmetkarların başıdır.

Nareke: Göstermeliği perdeden kaldırmak için bir ucuna kağıt sarılmış ve bir kenarında oyulan delikten üflenince arı vızıltısına benzer ses çıkaran kamış parçası.

Perde gazeli: Karagöz faslı başlamadan evvel yapılan gösterilerde Hacıvat tarafından söylenir ve bunlar muhtelif olur.

Rastgele: özlediği her cümleye rastgele kelimesini ekleyerek konuşur.

Sandıkkar: Karagözcünün ikinci yardımcısı ve muavinidir.

Sekban: Yeniçeri otağına mensup eski devrin askerlerindendir.

Semai: Göstermelik kaldırıldıktan sonra Hacıvat’ın söylediği şarkıdır.

Sipsi: Tütün ve sigara manasına gelir.

Susamcı: Eski devirlerde hamamlarda susam satan bir siyahidir.

Şem’a: Karagöz oyunlarında perdedeki tasvirleri daha iyi gösterebilmek için perdenin arkasına yakılan ışıktır. Bu ışık eskiden bir çanak zeytinyağının ortasına yakılan bir fitilden temin edilirdi. Bilahare mum kullanılmıştır.

Şeyh Küşteri: İran’ın Küşter kasabasından Bursa’ya gelerek yerleşmiş ve ilk Türk Karagözünü perdeye aksettirmiş bir zattır.

Tasvir: Karagöz oyunundaki tip ve şekillere denir.

Tatlısu frengi: Şarklı bir Hristiyan olduğu halde Avrupalılık taslayan bir adamdır. Ekseriyetle doktor olur.

Tiryaki: İhtiyar olan bu tip içtiği afyonun tesiriyle daima uyuklar ve ara sıra konuşur.

Tuzsuz Deli Bekir: O da Matiz gibi sarhoştur, fakat kolay kolay sızmaz. Sağa sola müthiş tehditler savurur ve bütün perdedeki halkı karşısında tiretir.

Uçlanmak: Vermek manasına gelir.

Yahudi: Kâh eskici, kâh bezirgandır. Karagöze iş gördürür para vermez, çok hesabidir.

Yardak: Karagözcünün oyun esnasında yanında bulunarak şarkı söylemek, def çalmak vasıtasıyla yardım eden kişidir.

Yıldız: Mum, ışık manasında kullanılır.

Zenne: Karagöz oyunu tiplerinden bir kadındır. Bu tipi ortaoyununda erkekler yapar.

Zirzop: Meczup ve delişmendir.

Nurullah Tilgen

T.F.A Dergisi, Haziran 1959

Not: Bu bir dergi yazısıdır, konu hakkında daha fazla bilgi için Uğur Göktaş tarafından yazılan Karagöz Terimleri Sözlüğü kitabından faydalanabilirsiniz.

Ustam Metin Özlen

Çıraklık, kalfalık, ustalık, yaklaşık otuz yıl ayakkabı imalatçılığı yaptım, kadın ayakkabısına “zenne” denir, benim de yaklaşık 8-10 kişinin çalıştığı bir zenne atölyem vardı. Tâ ki 1994 yılında 5 Nisan ekonomik kararları alınan kadar. Bir anda tüm ekonomi durdu, küçük esnafın işleri bozuldu, intihar edenler, aklını kaybedenler çok oldu. Doğal olarak benim de işlerim bozuldu, hatta bozuldu kelimesi hafif kalır, tam olarak sıfırı tükettim, psikolojim bozuldu, panik atak oldum, iki yıl kadar Bakırköy’de ayaktan tedavi gördüm. Ortalamanın üzerinde bir yaşam standardım varken birden bire dibe düşmüştüm. Birkaç yıl işleri düzeltmeye çalıştım ama ekonomik yıkım o kadar güçlü olmuştu ki etkileri herkeste olduğu gibi bende de yıllarca sürdü.

 O zor günlerden birinde bir Cuma günü öğleden sonra atölyemin olduğu Gedikpaşa’dan Sirkeci ile Sultanahmet arasında bir yerde olan vergi dairesine giderken Cağaloğlu meydanındaki bir kitabevinin vitrininde “Karagöz Okulu Açılıyor” yazan A4 büyüklüğünde bir yazı gördüm. Yazının hemen altında telefon numarası yazıyordu, telefon numarasını not aldım ve vergi dairesindeki işim bitince atölyeye döner dönmez telefon numarasını aradım (o zamanlar cep telefonları yeni çıkmıştı, ben ise ekonomik olarak çökmüş biri olduğumdan dolayı cep telefonum yoktu, sabit telefon tek seçenekti)

 Telefona çıkan kişi o günün kayıt için son gün olduğunu, muhtardan alınacak ikametgâh senedi vs gibi belgelerle başvurmam halinde kaydımı yapabileceğini söyledi. Kursun yapılacağı, dolayısıyla kaydın da yapılacağı adres Nişantaşı’nda, ben Gedikpaşa’dayım bağlı olduğum muhtarlık ise Avcılar’da, yani benim gidip gerekli belgeyi almam ve kayıt yaptırmam mümkün değil. Bu durumu telefondaki kişiye söyledim ve ısrar ettim, ısrarım üzerine “Peki, ben kişisel inisiyatifimi kullanarak size Pazartesi günü mesai bitimine kadar süre tanıyorum, gerekli belgeleri Pazartesi getirirseniz kaydınızı yaparız yoksa bu işi unutun” gibi bir şeyler söyledi. Pazartesi günü gerekli evrakları hazırlayarak gittim ve kaydımı yaptırdım.

Bir sonraki gün mü ya da bir hafta sonra mı tam hatırlayamıyorum bir Salı günü kursun açılışı vardı, doğal olarak ben de gittim. Ben ders başlayacak diye beklerken birçok televizyon kanalından gelen kameralar, İl Kültür Müdürü, İl Milli Eğitim Müdürü gibi kişilerin katıldığı benim daha önce görmediğim bir seremoni yapıldı. Çok şaşırmıştım.

Bu arada geçen Cumartesi ve Pazar günü kursa kayıt yaptıranları mülakata almışlar, herkesin bildiği gibi mülakat, istenmeyen (hoşlanılmayan) kişileri eleme aşamasıdır. Ben Cuma günü mesai bitimine kadar kaydımı yaptıramadığım için mülakat aşamasını otomatik olarak geçmiştim.

Metin Özlen

 Neyse, kurs başladı, kursun Genel Sanat Yönetmeni Tacettin Diker idi, oynatım dersleri birkaç hoca tarafından verilecekti, tasvir yapımı dersleri ise Orhan Kurt tarafından verilecekti, kursa katılan kişi sayısı yaklaşık 35 kadardı, bu kişilerden üçünün zaten profesyonelce Karagöz oynatan kişiler olduğunu sonradan öğrendik. Bu üç kişinin profesyonel karagözcü olduğunu öğrendiğimde ben çok şaşırmıştım, “Eee, madem bu işi biliyorsunuz neden kursa katılıyorsunuz” diye sorduğumda “sertifika için” demişti kendisini kurs birincisi seçtirtmek için kulis yaptığını ve herkese hediyeler verdiğini sonradan öğrendiğimiz kişi. (Aradan uzun yıllar geçtikten sonra aynı yöntemle kendisini yaşayan insan hazinesi seçtirtmeyi de başardı, Karagözcüler arasında bu ikinci torpille yaşayan insan hazinesi ödülü oldu, Orhan Kurt’da torpille almıştı, Alpay torpille alan ikinci kişi oldu. İkisinin de internette doğru dürüst videosu yok, Karagöz Hacıvat sesleri yok çünki, kötü oynattıkları gizlenmeye çalışılıyor)

 Karagöz sanatı ile alakalı alakasız pek çok kişiye ders yazmışlar, gelenlerin önemli bir bölümü Karagözü anlatmıyorlar (bazıları zaten anlatamıyorlar, onlarda o kapasite yok) sadece anılarını anlatıyorlar.

 Bir gün derse Metin Özlen diye biri geldi, Metin Özlen diğerleri gibi değildi, anlatacağı konuyu dosya kâğıtlarına yazmış ve o yazdığı metni takip ederek konuyu anlattı. Ben Metin Özlen kimdir bilmiyordum, o zamanlar internet böyle yaygın değildi, yani internete girip araştırma şansımız yoktu.

Metin Özlen ve Emin Şenyer

 Aradan günler geçti, kurs devam ediyordu ama konu bir türlü Karagöz tasvirleri nasıl yapılır, nasıl oynatılır konusuna gelemiyordu. Karagöz Hacıvat tasviri bile görmedik. Bu aylarca böyle devam etti. Ve kursiyerlerin bazıları baktılar ki boşu boşuna kursa gidiyoruz yavaş yavaş terkler başladı. İlk başta yaklaşık 35 olan kursiyer sayısı 15 civarına düştü. Bunun üzerine kursu düzenleyen vakıf yönetimi kursun genel sanat yönetmenliğini Tacettin Diker’den alarak Metin Özlen’e verdi. Kurs işte o günden sonra kurs oldu.

 Metin Özlen bizlere Karagöz Hacıvat kalıpları verdi ve herkes kartondan yapsın bir bakalım dedi. İlk defa fiili olarak Karagöz çalışması yapacaktık.

 Ben kursa gitmeye birkaç saat kala kırtasiyeden öğrencilerin kullandığı ince beyaz kartondan alarak atölyemde Karagöz Hacıvat tasvirini kestim, bağladım ve hazır duruma getirdim. Akşam kursa gidince hocanın masasına bıraktım. Metin Bey herkesin yaptığı karton tasvirleri inceledi, benim yaptıklarımı eline aldı ve bana “Siz Karagözcü müsünüz” diye sordu. “Hayır Hocam ben ayakkabıcıyım” cevabı verince, “Haa evet, sizin çok keskin bıçaklarınız var değil mi, onunla yapmışsınızdır, bunlar usta işi olmuş” deyince ben teşekkür etmiştim. Yaptığım karton tasvirleri Metin Bey çok beğenmişti.

 Sonra bir gün Metin Bey kendi Karagöz Hacıvat tasvirlerini getirdi ve kursun yapıldığı mekanda bulunan sabit karagöz perdesinde “herkes becerebildiği kadarıyla kısa bir oyun yapsın” dedi. Yakın bir zamanda Kalan Müzik tarafından yayınlanan bir kaset vardı “Golden Horn Ensamble”, kasette karagöz oyununda kullanılan bazı şarkılar vardı ama en önemlisi kasetin başında Hayâlî Küçük Ali’nin yaklaşık dört dakikalık bir mukaddimesi vardı. Benim gibi konuya yabancı olan biri için en önemli örnek bu mukaddime idi. Ben sürekli bu kaseti dinleyerek hem mukaddimeyi hem de diğer şarkıları tamamen ezberlemiştim. Kasette Hacıvat semaisi olarak da “On kere demedim mi sana sevme dokuz yar” adlı eser vardı.

 Herkes teker teker perde arkasına geçti ve becerebildiği kadarıyla karagöz oynattı, işin ilginç tarafı istisnasız herkes oyuna “On kere demedim mi sana sevme dokuz yar” şarkısıyla başladı. En son ben oynatacaktım. Perde arkasına geçince herkesin söylediği şarkıyı söylemek yerine “Hicranı açmıştır sinede yâre (Sabret gönül bir gün olur bu hasret biter)” adlı şarkıyla giriş yaptım, ben şarkıyı okurken bir arkadaş da def ile bana ritm tutuyordu, Metin Bey ise ta ilk baştan beri seyirci koltuğunda oturmuş seyrediyordu, birden Metin Beyin arkaya geldiğini gördüm, def çalan arkadaşın elinden defi aldı ve benim söylediğim şarkıya def ile eşlik etmeye başladı. Ben şarkıyı bitirdikten sonra Hayâlî Küçük Ali’den ezberlediğim oyunu oynattım ve bitirdim. Bitirir bitirmez Metin Bey bana “Siz şarkıcı mısınız” diye sordu, “Hayır hocam geçende de söylemiştim, ben ayakkabıcıyım” dedim, bunun üzerine “Aynı profesyonel şarkıcı gibi okuyordunuz şarkıyı” dedi.

 Zaman su gibi aktı ve kurs bitti, kurstan önce de zaten yıllardır profesyonelce karagözcülük yapan iki kişiyi birinci ve ikinci seçmişler (burada ahlâkî bir sorun var, kurs düzenliyorsun ama o işi profosyonelce yapan kişileri 1. ve 2. seçiyorsun, kursu düzenleyen vakıf yönetimi hocalara 1. ve 2. olması gereken kişileri söylemişler, Metin Özlen bana böyle anlattı), beni üçüncü seçmişler, Şahine Hatipoğlu ise dördüncü olmuş. Kursu düzenleyen vakıf yönetimi “birinci, ikinci ve dördüncü kısa birer oyun yapsın kararı almışlar. İkinci olan kişi birinci olamadığı için küsüp oynatmadan ayrıldı, Şahine ise “Ben hakkımı Emin’e devrediyorum” dedi ama vakıf yönetimi yine bana oynattırmadı, ve sertifikamı bile almadan oradan ayrıldım (Çocuk Vakfı yöneticilerine bu adaletsizliklerinden dolayı hakkımı asla helal etmiyorum). Ben her zaman elinde ya bir kitap ya bir dergi ya da Cumhuriyet gazetesi olan biri olduğumdan beni zaten sevmezlerdi.

 Aradan birkaç ay geçti, ben atölyemi tamamen kapattım, ustası olduğum ayakkabıcılık sektörü çöktüğü için iş bulmak da mümkün değildi, hayatımın en sefil günleri idi.

 Bir gün gazetede bir ilan gördüm, o zamanlar çok moda olan tencere tava pazarlama işi, aslında benim yapabileceğim bir iş değildi ama denize düşen yılana sarılır misali bir umutla telefon ettim, biraz konuştuktan sonra telefondaki kişi asgari ücretle yarın sabah gelin başlayın dedi.

 Sabaha kadar uyuyamadım, çünkü benim için çok zor bir işti ev ev dolaşıp tencere tava pazarlamak. Sabah çok erken bir saatte telefon çaldı, “Allah Allah, hayırdır inşallah” deyip telefonu açtım, telefondaki kişi Metin Özlen idi. O kadar erken aradığı için özür dileyerek o gün BBC televizyonunu için bir gösteri yapması gerektiğini ama yardımcısı olmadığını söyleyerek “bugün gelip bana yardım eder misiniz” diye sordu, ben de “tabii ki hocam, yalnız ben bugün bir işe başlayacaktım, tahminen ne kadar sürer bu çekim işi” diye sordum, “öğlen olmadan biter” cevabı aldım. Bunun üzerine ben hazırlanarak çekimin yapılacağı Nişantaşı’ndaki kurs gördüğümüz binaya doğru yola çıktım. Oraya varır varmaz o gün başlamam gereken iş yerini arayarak çok önemli bir işim çıktığını söyledim, onlar da bana “ilk günden olur mu” gibi bir şeyler söylediler ve gelmeyin dediler.

Metin Özlen ve Emin Şenyer

 Biz çekimlere başladık, hiç unutmuyorum İstanbul’un Fethini canlandırmıştık. Çekimler akşama kadar sürdü, akşam iş bittikten sonra tasvirleri topladık ve ben Metin Bey (yanında eşi de vardı) ve eşi için bir taksi bulup onları bindirdim, Metin Bey taksiye binerken bana bir zarf uzattı, belli ki içinde para vardı, ben almak istemesem de ısrar etti ve bana zarfı verdi.

 Aradan bir süre geçti, ara sıra Metin Bey arıyor ve falan yerde oyunumuz var diyor ve ben de gidiyorum, böyle böyle ben Metin Bey ile birlikte oyunlara gitmeye başladım. Aynı yıl, 1998 yılının Kasım ayında Kültür bakanlığı bizi Mersin’e gönderdi, Mersin Devlet Opera Bale binası yapılmış ve orada her türlü kültürel etkinlikler yapılıyor, bir de karagöz olsun demişler ve bizi gönderdiler. Daha doğrusu Metin Beyi görevlendirmişler ama o bakanlığa bir yazı yazarak benim yardak olduğumu belirtmiş ve görevlendirmenin Metin özlen ve Emin Şenyer olarak yapılmasını istemiş.

Mersin’e gittik, ilk gün oyunumuzu oynattık ve akşama doğru bir şeyler yemek için bir balık lokantasına oturduk ve Metin Bey bana “Hani sen kartondan Karagöz Hacıvat yapmıştın, sonra da bir gün “Sabret Gönül” şarkısını söylemiştin ya, işte ben o zaman seni seçtim” dedi.

 Meğerse “Sabret Gönül” şarkısının Metin Beyde bir hatırası varmış; Metin bey “Kanlı Kavak” oyununda Aşık Hasan oğlunu kaçıran kavak ağacının cini için “sabret gönü”l şarkısının melodisi ile bir ağıt okurdu. Bir gün TRT Ankara televizyonunda “Kanlı Kavak” oyununu oynatmadan önce bakmış ki “Sabret Gönül” şarkısının bestecisi Sadi Hoşses de orada, hemen gitmiş elini öpmüş ve o şarkıyı oyunda okumak için izin istemiş, Sadi Hoşses de bu durumdan çok hoşnut olmuş ve “Tabii evladım, çok memnun olurum demiş, oyunu da sonuna kadar seyretmiş. İşte bu şarkının bende çok özel bir hatırası var, sen o şarkıyı çok güzel okumuştun, ben o zaman “Bu adamdan iyi Karagözcü olur demiştim” dedi.

Bir gün Harbiye Muhsin Ertuğrul Şehir Tiyatrosunda oyunumuz vardı, oyundan sonra TRT ekibi hazırlamakta oldukları gölge oyunu konulu belgesel için Metin Bey ile röportaj yapıyorlardı, belgeseli sunan hanımefendi “Yetiştirdiğiniz kimse var mı” diye sorunca Metin Bey “Evet, Emin Şenyer’i yetiştirdim, kendisi çok güzel tasvir yapar, eskiden deriyi böyle güzel işleyenlere “Saraç” denirdi, ben de kendisine “Hayâlî Saraç Emin” mahlasını veriyorum dedi ve beni Hayâlî olarak ilan etti.

 Aradan yıllar geçti, Metin Bey ile pek çok yere gittik, bir defasında Yunanistan’ın Patras şehrindeki uluslararası festivale davet edildi, bana haber verdi ve hemen pasaport çıkar dedi, zaman çok kısaydı, bu yüzden benim pasaportum yetişmedi (o zamanlar pasaport en az onbeş günde çıkıyordu) o yüzden Patras’a başkasını götürmek zorunda kaldı.

 Birlikte yaptığımız en önemli çalışma ise 2007 yılında Türk Kültür Vakfı için yaptığımız yirmi klasik oyunun kaydıdır. Yaklaşık iki ay süren bu çalışmada dört müzisyen ile birlikte canlı müzik eşliğinde yirmi klasik Karagöz oyununu oynattık, oyunlar kayda alındı ve DVD olarak yayınlandı.

 Metin Özlen gerçek bir yaşayan insan hazinesi idi, Karagöz kültürünü çok iyi bilirdi. Ve çok nahif bir insandı, o kadar uzun süre birlikte çalıştık, bir gün bile birine karşı sesini yükselttiğini görmedim.

Ruhu şâd olsun.

Not: T.C.Turizm ve Tanıtma Bakanlığı (Kültür Bakanlığı’nın o zamanki ismi buydu) 1976 yılında bir yarışma yapar, yarışmada Metin Özlen birinci seçilir, yarışma ile ilgili Metin Bey ile yapılan röportajı okumak için tıklayınız

Hayal ağacı

Karagöz oyununda kullanılan hayal ağacı perdede aynı anda ikiden fazla tasvir olması gerektiğinde fazla tasvirlerin perdede sabit bir şekilde durmasını sağlayan bir araçtır. Profesyonel Karagöz perdesinde arka tarafta seyircinin göremeyeceği bir şekilde peş tahtası dediğimiz bir tezgah bulunur. Peş tahtasının üzerinde delikler vardır, hayal ağaçının dip kısmında bu deliklere uygun bir çıta (çubuk, zıvana) bulunur, işte bu geçme parşası peş tahtasının üzerindeki deliğe takılır ve hayal ağacı dik bir vaziyette durur. Bu düzeneği herkes kendine göre yaptırabilir, aşağıda iki adet fotoğraf var ama fotoğraflar sadece fikir vermesi açısından konuldu, mutlaka aynısı olacak diye bir kural yoktur, amaca ulaştıran her türlü çözüm uygundur. Fotoğraflarda Hayâlî Küçük Ali perde arkasında, önünde hayal ağaçları ile.

Hayali Küçük Ali perde arkasında
Hayali Küçük Ali perde arkasında

Hayal ağacı kullanımı
Hayal ağacı kullanımı