Category Archives: Karagöz Hacıvat

Karagöz’ün ve Hacıvat’ın hayatı

Sık sık mail atarak Karagöz’ün hayatı , Hacıvat’ın hayatı Karagöz ile Hacıvat’ın hayatı ile ilgili sorular soran arkadaşlar oluyor. Herşeyden önce şunu söylemek gerekir ki Karagöz ve Hacıvat’ın yaşayıp yaşamadıklarına ait kesin bir bilgi yoktur , Hacivat ve Karagöz hakkında bilinen her şey söylentiler üzerine kuruludur. Bu yüzden Karagöz’ün ve Hacıvat’ın hayatı hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Karagöz ve Hacıvat hakkında bilinenleri Tarihçe sayfasında ayrıntılı olarak okuyabilirsiniz (Sayfanın en altında “yazdırılabilir sayfa” linkine tıklayarak yazıcıdan çıktı alabilirsiniz)
Ayrıca karagöz hakkında bilgi için BURAYA, Hacıvat hakkında bilgi için BURAYA tıklayınız.

Karagoz Hacivat
Karagöz Hacivat resmini kaydetmek için resmin üzerine sağ tıklayıp hedefi farklı kaydet
(İşletim sisteminiz İngilizce ise Save target as) seçeneğini seçin.

Karagöz’ün Aşçılığı

Bolulu aşçı Memiş usta Hacıvat’a gelerek bir aşçı dükkanı ile bir çırak aradığını söyler. Hacıvat elinde bir aşçı dükkanı bulunduğunu, Karagöz’ü de çırak olarak verebileceğini söyler. Karagöz aşçı dükkanına çırak olarak girer , Memiş usta giderek hamallar ile dükkana malzeme yollar. Aşçı Memiş ustanın eski alacaklıları gelip Memiş ustadan alacakları olduğunu söyleyerek paralarını isterler. Karagöz bir punduna getirip ellerindeki senetleri alıp yırtar. Bir Zenne gelerek eve misafirleri geleceğini söyleyip Karagöz’ü evine tatlı yapması için götürmek ister ancak evde ağabeyi Bekri olduğunu, evde yabancı erkek görürse kızacağını söyleyerek Karagöz’ü kadın kılığında eve götürür. Bekri Karagöz’den şüphelenerek yaşmağını açar ve erkek olduğunu anlar.

Bolulu Aşçı
Bolulu Aşçı (Emin Şenyer yapımı)

OYUNLAR SAYFASINA GERİ DÖN

Karagöz’ün Ağalığı

Tipler

Karagöz
Hacıvat
Karagöz’ün karısı
Hürmüz hanım
Dürdane hanım
Acem
Çelebi
Türk (Himmet)
Zenne
Ak Arap
Beberuhi
Curcunabazlar
Köçekler

Babasının ölümü üzerine kendisine miras kalan malları satarak İran’dan İstanbul’a gelen çok zengin halı tüccarı bir Acem, Hacıvat’a kendisini eğlendirecek birini aradığını söyler. Hacıvat, Karagöz’ü tavsiye eder. Karagöz gelip Acem’e çeşitli taklitler yaparak bol para alır. Karagöz aldığı paralarla ağalık yapmaya başlar. Elbiselerini değiştirir, kapının önüne bir sandalye koyarak ağa gibi oturur. Hacıvat da Karagöz’ün kahyası olup ona hizmet edecek kişileri bulur, önce Çelebi gelir ve uşak olarak işe alınır, Himmet gelir aşçı olarak alınır, Zenne gelir cariye olarak alınır, curcunabazlar ve köçekler gelip çeşitli oyunlar oynarlar, dilenci Akarap gelip Karagöz’e beddualar okur, son olarak Beberuhi gelip çeşitli şaklabanlıklar yapar.

Edebiyat öğretmenleri
Emin Şenyer, İstanbul İMKB Otelcilik Meslek Lisesi’nde gösteri sonrası seminer verirken

OYUNLAR SAYFASINA GERİ DÖN

Karagöz Hacıvat Nasıl Bir Ortamda Oynanıyor

Karagöz oyunları gölge oyunu tekniği ile oynatıldığından dolayı mutlaka karanlık ya da en azından loş bir ortamda oynatılır. Eğer aydınlık bir ortamda oynatılırsa tasvirler (figürler) yeterince net bir şekilde görünmez.

Zaman zaman Karagöz Hacıvat kıyafeti giyip sahneye çıkarak Karagöz oynattıklarını (ya da oynadıklarını) söyleyen bazı insanları hepimiz görüyoruz, insanların kostüm giyerek oynadıkları oyun Karagöz değildir, hiç bir zaman olamaz.. Karagöz bir gölge oyunudur, deriden yapılmış tasvirler (figürler) ile beyaz bir perdede gölge oyunu olarak oynatılır. Gölge oyunu olduğu için de mutlaka karanlık bir ortamda oynatılması gerekir.

Borusan ilköğretim okulunda karagöz semineri
Emin Şenyer, İstanbul Borusan İlköğretim okulunda gösteri öncesi seminer verirken

Karagöz Kalıp

Okulunuzda karagöz gösterisi için İletişim sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.
Karagöz
Derslerinizde kullanabileceğiniz Karagöz konulu video dosyasını indirmek için lütfen aşağıdaki linke tıklayınız.
https://www.karagoz.net/karagoz_emin_senyer.rar

Karagöz tasviri yapmak için yukarıdaki resme sağ tıklayarak bilgisayarınıza kaydedip yazıcıdan çıktı alarak kalıp olarak kullanabilirsiniz. Rakamlar bağlantı yerlerini gösterir. Karagöz kırmızı ağırlıklı olarak boyanmalıdır.

Hacıvat kalıbı için lütfen buraya tıklayınız

Karagöz’de Muhavere

Biliyoruz ki bir Karagöz oyununda üç ayrı bölüm vardır: mukaddime, yani giriş veya öndeyiş, muhavere yani söyleşme, ve fasıl yani oyunun kendisi ve olaylar dizisi.Genel olarak Muhavere Karagöz oyununun iki baş kişisi olan Karagöz ile Hacıvat arasında geçer. Genel olarak diyorum çünkü daha aşağıda göreceğimiz gibi ara muhaveresinde iki kişiden daha çok kişiler bulunmaktadır. Muhaverelerin fasıldan ayrılığı, birincinin salt söze, olan olaylar dizisinden sıyrılmış, soyutlaştırılmış oluşuna dayanır. Bunların görevi Karagöz ve Hacıvat gibi iki baş kişinin kişiliklerini özelliklerini, gerek ses, gerek yaradılış ve yetişiş bakımından birbirlerine karşıt düşen özelliklerini tanıtmaktır. Bu bakımdan orta oyununda Pişekar ile Kavuklu arasındaki tekerleme ile aynı görevdedir.

Karagöz üzerine birer kitap yazmış olan Selim Nüzhet Gerçek, ve Nurullah Tilgen muhaverelerin belli başlılarının adlarını vermişler fakat bunların konularını açıklamamışlardır. Selim Nüzhet Gerçek şu adları vermiştir: Akıl, babam öldü, Bekçi, bilmece, çamaşır ipi, çevre, gel geç, hasta, hayır hiç, iftar, isim değiştirme, kul, külbastı, masana, mektup, musiki, nasihat, nazire, rüya, seyahat, turşu, yazma, zurna. Nurullah Tilgen’in kitabında yer alan muhavere adları sayıca daha kabarıktır. İşte şu muhavere adları yer almıştır: Ağalık, akıl, Arap köle, asma, ayrılık, babam öldü, eczane, bekçi, bilmece, ciğerci, çamaşır, çevre, doktorluk, düğün, emanet para, esas hayal, gel geç, Hacıvat’ın kızı, ham hum, hasan efendi, havuz, hayır hiç, iftar, iktisat, itibar, kayık, kul, külbastı, Kütahya, mangiz, masana, meddah, mektep, muayene, musiki, nasihat, nazire, ölüm, rüya, saat, sahte hasta, Sarıyer, seyahat, turşu, üç güller, yağlı börek, yalan, yazma, turna.

Muhavereleri konuları ve biçimleri bakımından çeşitli ayrımlarda inceleyebiliriz. Bunlardan başlıcası fasıl ile ilintisi olmayan muhavereler ve fasıl ile ilintisi olan muhavereler diye ikiye ayrılmasıdır. Muhavereler çoğunlukla fasıldan yani oyunun kendisinden bağımsızdır, ancak bir iki muhavere ile fasıl arasında konu birliği bulunabilir. Örneğin Hayâlî Memduh’un “Karagöz’ün evlenmesi yahut üç sevdalılar” adlı oyununda muhaverede Hacıvat Karagöz’e kaçan karısının yerine bir başkasıyla evlenmesini öğütler ve böylece muhavere ile fasılın konuları birbirlerine bağlantılıdır. Yine Hayâlî Memduh’un “Salıncak safası” oyununda muhavere bir iş tutmak üzerinedir, nitekim fasıl ile bağlantısı vardır, iş olarak salıncak işletirler. Ritter’in yayınladığı “Yalova Safası”ndaki muhaverede Karagöz’ün ailesiyle gezinti yerine gideceği geçer, fasılın konusu da böyledir. Bir de “kayık” oyununda bir ek muhaverede denizcilikle ilgili terimler sayılır. Bazı muhaverelerde muhaverenin kendi konusu bittikten sonra muhaverenin sonunda fasılın konusu üzerine açıklama yapılır. Örneğin “Ferhat ile Şirin”in geleneksel muhaveresi Hacıvat’ın müzik terimleri üzerine bilgiçliğine dayanır, fakat sonunda Hacıvat Ferhat ile Şirin efsanesini Karagöz’e anlatır. Fakat bu gibi birkaç örnek dışında muhavereler ve ara muhavereleri fasıl konusundan ayrı ve bağımsızdır. Bu bakımdan istenildiği gibi uzatıp kısaltılabildiği gibi bir başka muhavere ile yer de değiştirebilirler.

Bilinegelen en alışılmış muhaverelerin dışında bir takım muhavere türleri de bulunur. Bunların kendine göre bir biçimi tartımı vardır. Örneğin Gel-Geç muhaveresi de Karagöz ile Hacıvat arasında geçmekle beraber öteki muhaverelerden değişik bir yolda gelişir. Bunun iki örneğini Ritter’in yayınladığı “Kanlı Nigar” ve “Sünnet” oyunlarının muhaverelerinde buluruz. Sünnet oyunundaki Gel-Geç muhaveresinin bir özelliği perdenin içinde kurulan küçük bir hayal perdesinde küçük boy Karagöz ve küçük boy Hacıvat arasında yapılmış olmasıdır. Nitekim bu oyunu Hayâlî Memduh “Karagöz’ün sünnet olması veya Hayâl içinde Hayâl” diye adlandırmıştır. Bu muhavere sırasında büyük Karagöz’ün de söyleşmeye katıldığı olur. Bu türlü bir başka muhavere de çifte Karagözlü muhaveredir. Bunda iki Karagöz karşılaşırlar, ikisi de karagöz olduğunu iddia ederek birbirlerinin söylediklerini tekrar ederler, araya Hacıvat girer, sonunda ikinci Karagöz kovulur ve Karagöz ve Hacıvat muhaverelerine başlarlar. Bu Ritter’in yayınladığı “bahçe” oyununun başında vardır. Bu Ortaoyununda başvurulan bir ustalık gösterisi olup buna “Çifte Kavuklu Oyunu” adı verilir. Gene böyle değişik biçimde bir muhavere türüne “Vuruşmalı Muhavere” adını verebiliriz. Bu muhavere türünde her sözün sonunda Hacıvat ile Karagöz birbirlerine vururlar. Örneğin “Salıncak” oyununun başındaki muhaverede Karagöz ile Hacıvat birbirlerine karşılıklı kemleyici, sövücü sözler söylerken bir yandan birbirlerine vururlar. “meyhane” oyununun başında ise Hacıvat övücü sözler söyleyip vurur. Karagöz ise sövücü ya da Hacıvat’ın söylediği övücü sözleri andıran ancak saçma sapan sözden sonra vurur. Bir de “Ham Hum Şaralop” muhaveresi vardır. Bunda Karagöz Hacıvat’ın her söylediği sözü ya ham hum ya da şaralop diye yanıtlar.

Bir de ara muhaveresi vardır, bu fasıla başlamadan evvel muhavereyi uzatmak için bir ek muhaveredir. Konu bakımından bu da fasıldan bağımsızdır, bununla beraber bu muhavereye üç, dört kişi katıldığı olur. İşte bazı ara muhavere örnekleri: “Mandıra” oyunundaki ara muhavere Çelebi, Hacıvat ve Karagöz arasında geçer. Karagöz Çelebi’nin giyimine takılır. Hacıvat Çelebi’yi Karagöz’e tanıtır.Karagöz ile Çelebi yalan söyleme oyunu oynarlar karagöz kazanır. “Kırgınlar” adlı oyunda ise Karagöz, Hacıvat ve Karagöz’ün karısı arasında geçen açılış muhaveresinden sonra gelen ara muhaveresi, Arap köle, Hacıvat ve Karagöz arasında geçer. Arap köleyi satmak Karagöz’e düşer. Arap “kaç okka öldün?” diyerek Karagöz’ü döver. Karagöz de bunun acısını Hacıvat’tan çıkarır. Sonunda Arap köle hem Hacıvat’a hem Karagöz’e vurur. “Tahmis” adlı oyunda ise Karagöz, Hacıvat ve Karagöz’ün karısı arasındaki açılış muhaveresinden sonra Acem gelir. Karagöz ile Acem karşılıklı şiir okurlar.Acemin Ahu’suna karşılık Karagöz önce leylek sonra bir merkep getirir. Bu konuşmalara arada bir Karagöz’ün karısı da karışır. Karagöz’ün eşeği ikiye bölünür, kenetçi eşeğin iki parçasını birbirine yapıştırır, fakat ters yapıştırır. Burada muhavereye katılanların sayısı beşi bulmaktadır. “Bursalı Leyla”da açılış muhaveresinden sonra iki ara muhaveresi gelir. Bunların birincisi Ermeni ile Karagöz arasında, ikincisi Kayserili ile Karagöz arasında söyleşmedir. Gerek Ermeni gerek Kayserili Karagöz’den alacaklarını isterler. “Meyhane” adlı oyunda açılış muhaveresinden sonra Hacıvat, Laz, Karagöz ve arada Karagöz’ün karısının da arada sırada karıştığı bir ara muhaveresi vardır. “Kanlı Nigar” adlı oyunda da bir ara muhaveresi vardır. Bunda Karagöz aç dedikçe karısı çocuğa ninni ile beraber kapıyı açmayacağını söyler, çekişirler.

Buraya kadar görülen daha çok alışılmış muhavere biçimlerinin dışında kalan muhaverelerdir. Alışılagelen muhavere türlerini konularına göre bazı ayırmalara uydurabiliriz. Ancak hemen baştan söylemek gerekir ki, bütün bu muhaverelerde ortak nokta muhaverenin yanlış anlamalarla gelişmesidir. Bir muhavere türünde, Hacıvat bilgisini ortaya döker, bir konuyla ilintili bir takım kelimeleri, terimleri sayar döker. Karagöz’de bunlara yanlış anlamlar verir. Örneğin “Musikî” diye adlandırabileceğimiz muhaverede hacıvat musikî üzerine makam, usül adları gibi bir takım teknik terimleri sıralar. “Dört işlem” adını verebileceğimiz bir muhaverede Hacıvat önce malların, toprakların yönetimiyle ilgili terimleri, daha sonra da toplama, çıkarma, çarpma ve bölme üzerine sorular sorar. Bir muhaverede de Hacıvat İstanbul’un belli başlı bölgelerinin, yerlerin adlarını sayar. “Okul ve eğitim” adını verebileceğimiz bir başka muhavere de ise Hacıvat, Karagöz’ü okuduğu derslerden sınayarak onun bilgisizliğini ortaya koyar. “Tımarhane” adlı oyundaki muhaverede de Hacıvat Karagöz’ün bilgisizliğini yoklar. “Meyhane” adlı oyunun muhaveresi de Karagöz’ün çocuğunun görgü eksikliği üzerinedir. Bir muhaverede de Hacıvat Karagöz’ün babasının öldüğünü söylemesi üzerine hastalıkla ilintili deyimleri sayar döker, sonra da miras üzerine sorular sorar. “Cambazlar” oyununun sonuna gelen bir muhaverede de Hacıvat Karagöz’e cambazlık terimlerini sıralar. “Kayık” oyununun muhaveresinde de Hacıvat denizcilik terimlerindeki bilgisini gösterir. Sünnet oyununun muhaveresinde de Hacıvat oyun adlarını sorar.

Bir muhavere konusu da Hacıvat ile Karagöz arasında bir yarışma, yenişme biçiminde gelişir. Bunda daha çok bir oyun oynanır. “Sahte Gelin” adlı oyunun muhaveresinde “Masana” oyunu gibi. Bir başka muhavere de sonu “hane” ile biten kelimeleri sıralarlar. Karagöz bazen zorluk çeker, her buluşta birbirlerine vururlar. Bir muhavere de yarışma, şiir söyleme, tanzir ve benzek yoluyla yapılır. Hacıvat’ın söylediği beyit ya da dörtlüğün tartım, uyak biçimi bakımından benzerini fakat anlamsız bir karşılığını Karagöz söyler. Yarışmalı muhaverelerden birisi de bilmece, bulmaca sormaya dayanır. Bir başkası da yalan söylemece yarışmasıdır.

Bir muhavere konusu da tıpkı Ortaoyunu tekerlemelerinde olduğu gibi önce olmayacak bir bir olay gerçekmiş gibi anlatılır, sonra bunun bir düş olduğu anlaşılır. Hayâlî Küçük Ali’nin “Karagöz dans salonunda” adıyla yayınladığı oyunda Karagöz Hacıvat’la bir kahveye gittiğini, içtiklerini ödeyecek parası olmadığını, kahve kutusuna saklandığını, oradan cezvede pişirildiğini ve kahve olup kendisini bir tiryakinin içtiğini, onun midesine gittiğini ve kusuncada dışarı çıktığını anlattıktan sonra hepsinin bir düş olduğunu açıklar. “Ortaklar” oyununun muhaveresinde Hacıvat iki güzel kadına rastlamıştır, arkalarından gidip yerlerini öğrendikten sonra onların evine gider, eğlenir, kadınlarla yiyip içip eğlendikten sonra yatak odasına gider, sonra yataktan düşer, sonunda düş olduğunu söyler. Bir başka muhaverede karagöz yangın seyretmek üzere minareye çıkar, bir deli de arkasından gelir ve Karagöz’ü minareden aşağı atar, oysa kahvede uyuya kalmıştır. Bu muhaverenin ikinci yarısında Karagöz olmuş bir olayı anlatır. Oğluyla gezmeye gitmiştir, bir kadının ardına düşer, evine kadar izler, sonunda kadın peçesini açınca kendi karısı olduğunu görür.

Belli bir konu çevresinde toplanabilen muhaverelerin yanı sıra belli bir konu türüne girmeyecek olan muhaverelerde vardır. “Çamaşır ipi” adı verilen bir muhaverede Karagöz, Hacıvat ile ipte sallanırken konuşur. Bir başka muhaverede Hacıvat Karagöz’ü kimin doğurduğunu sorar, bütün ailesini Karagöz doğurmuştur, ve her birinin adı için bir sebze adı bulup yakıştırır. “Hayır hiç” adı verilen bir bir muhaverede Hacıvat yalandan hasta olan Karagöz için sözde yiyecek, öteberi alırmış gibi yapıp onu aldatıyor ve “Hayır hiç” diyor. Karagöz bunun acısını çıkarmak için satıcı olur, Hacıvat gene “hayır hiç” der. Karagöz durumu hep gidip karısına anlatır, karısı Karagöz’e kelimeleri hecelettirir. Bir muhaverede Hacıvat ile Karagöz helva üzerine konuşur, bu muhaverenin sonunda Karagöz’ün karısı Karagöz’e eve alacağı öteberiyi sayıp döker. Bir muhavere de “Aklını ne yaptın” sorusu üzerine çeşitlemeler yapılır. “Turşu” adını verebileceğimiz muhaverede de Hacıvat kendi karısını övüp, Karagöz’ün karısını kötüler, karıları hamama gitmişlerdir, hamamda turşu yiyişleri üzerine bir söyleşmedir. “Zurna” adını taşıyan bir muhaverede de ipe sapa gelmez bir takım sözlerden sonra Karagöz zurna çalar ve bunun üzerine konuşulur. Bir muhaverede de Karagöz kuyuya soğusun diye sarkıtılan dolmaları yemek için kuyuya düşmüş gibi yaparak kuyuya iner. Sonra ailesi ile gezintiye gidecektir. Hacıvat’ da gitmek ister.

Metin And Türk Folklor Araştırmaları Dergisi No:188 İstanbul Mart 1963

MAKALELER SAYFASINA GERİ DÖN

Karagöz Tiyatrosunun Romanya’daki Tesiri

Karagöz tiyatrosu, Balkan yarımadasına 16.- 17. asırlarda girmiştir. Osmanlı idaresinde Yunanistan, Sırbistan ve diğer ülkelere yayılmıştır. Hatta uzmanlara göre Almanya ve İsveç’te bile Karagözün etkisi görülmüştür. Her tarafta fars (Oyun) ve Fabl’ların sihirbazı olan, seyredenleri hayran bırakan küçük gölge tiyatrosu zamanla gelişti ve canlı bir hal aldı. Tabii ki gölge tiyatrosunun süslü tekniği Türk Tiyatrosu’na uygun ve ve bağlı ve Karagöz adı halk farsının hakiki bir modeli olarak kaldı. Fakat anlayış ve fikirlerde olduğu kadar konunun esası da gelişerek Kukla tiyatrosu adı altında Avrupa’da hayal adı da verilerek Türk gölge oyununun tesiri ile kendine has neticeler doğurdu.

Karagözün Romen memleketlerindeki varlığı 17. asrın sonunda başlar. Fakat bu asra ait dokümanlar az olduğundan varlığını 18. asırdan itibaren daha doğru olarak görmeye başlarız. Karagöz 18. asrın ilk çeyreğinde (1711-1821) Phanariotes Prenslerinin sarayında resmi bir durum aldı.

Karagöz Prens sarayına girdi fakat panayırlarda, pazarların kuytu köşelerinde de sehpalar üzerinde oynandı. Esasında prens sarayına yerleştiyse de saray dışında da gözden uzak kalmadı. Karagöz’ün buraya girişinden itibaren Avrupa’da da tesiri hissedilmeye başlandı. Karagöz’ün Romence’de “Jocul Papuşilor” veya sadece “Papuşile” diye anılan kukla oyunu üzerindeki etkisi önemlidir.

Karagöz’ün kuklalarla olan münasebeti uzun zaman tetkik edilmiştir. Bu konuda Eflak Prensi Constantin Brincoveanu ve onun sekreteri İtalyan Del Chiaro’nun(1) tasvirini öğrenmek önemlidir. Bu, Cloanta ve Unchiaşul adlı iki kişi tarafından oynanan müstehcen bir farstır ve skandal yaratan bir maskaralık olarak değerlendirilmiştir. Eski popüler tiyatronun bir çiftini teşkil eden bu iki yerli tipin varlığı milli bir kukla ikilisinin yer aldığını göstermektedir. Diyalogun metni ise Türk tiyatrosunu andırır.

Başlangıçta iki kuklanın daha mecazi ve şematik bir karakteri olduğu görülür. Sonraları ise sarılan ve kavga aşık ve evli bir çift gibi gelişmişlerdir.

Kukla oyununun eski şekli başka kaynaklara da dayanır. F. Sulzer 18. asırdaki gelişmeyi iyi takip etmiş ve Eflak Prensinin sarayındaki bir gösteriyi eserinde anlatmıştır.(2). Kendisi, çavuşlar (ceauşi)’ın sarayındaki bir gösteriyi eserinde anlatmıştır.(3) , saray erkanını nasıl eğlendirdiklerini nakletmektedir. Küçük gölge tiyatrosu salonun karanlık bir köşesinde kuruludur. Saray çavuşlarından biri fars oynama emrini alır. O zaman kırmızı beyaz giyinmiş altı çavuş bir kortej meydana getirir. Uzun gümüş sopalar taşırlar ve başlarına kürklü ve zengin işlemeli takkeler giyerler. Farsın girişini yaparlar ve sonra piyese başlarlardı. Birisi kuklaları oynatır, diğeri ise Türkçe Romence ve Yunanca konuşarak diyalogları idare ederdi. Yunanlılar bu gösteriye opera adını verirlerdi(4). F. Sulzer, diyalogların serbestliği ve yalancılığı karşısında şaşkına döndü.

Karagöz’ün Romen memleketlerindeki varlığı bize onun Romen kuklaları ve ananeleriyle olan münasebetini düşündürür. Karagöz’ün tesiri o kadar barizdir ki , sınırları görülebilir.

Romen yazarları eskiden beri müşterek hususları belirtmişlerdir. Filolog ve Oryantalist Lazar Seineanu müşterek maddelerin analizini yaptı(5). D. C. Ollanescu benzeyişleri yazdı(6). T. Enradaqaé Moldavie’nin kulaklarını inceledi(7). Teoderescu ilk metni yayınladı(8). M. Gaster tetkiklerini yazdı(9). Ollanescu Romen tiyatro tarihinde Karagözün kuklalarını analiz etti(10).

Araştırmacıların bir çoğu Karagözün memlekete saray yoluyla girdiğini, sonra şehrin sokaklarına ve panayırlara indiğini ve sonra da köylere kadar yayıldığını kabul ederler(11). Bu da bize Romanya’da elle ve iple oynatılan Romen kuklalarının esasında küçük bebekler olduğunu hatırlatır. Bu, Alman kuklalarının belirmesinin bir sonucudur. Sonradan ortaya atılan teknik bir buluştur. Kuklaların esas çiftinin komedisi dramatik bir düzen meydana getitrir.

Si Del Chiano, onları Cloanto ve Unchiaşul diye isimlendirise de esas adları Paiata (kukla) ve Unchiaşul (ihtiyar) dur. Kukla anlatıcı, ihtiyar ise dinleyicidir. Bu kuklalar yeni yıl şenliklerinde, ölüm günlerinde ve diğer önemli günlerde köylü törenleri ve davranışlarını yansıtan sessiz maskelerdir. Kukla çifti, bu tiyatronun gelişmesine uygun olarak devam eder. Yalnız isimler değişir. Geçen yüzyılda bugün hala meşhur olan Marioara ve Vasilache bu türün halk kahramanı oldular.

Romen şairi Vasile Alecsandri, Karagöz’ün, Jassy Karnavalı (Laşii in Carnaval) ve kukla oynatıcısı Jean (Ioan Papuşariul) isimli piyeslere tesirini ve benzeyişini işaret etmiştir. Geçtiğimiz yüzyılda bu tiyatroya Karagöz perde denirdi (12). Fakat başlangıçta gölge tekniğine dayanan bu isim sonradan manasını değiştirdi. Vasile Alecsandri Karagöz’ün oynandığı (perde veya perdesiz) iki şekil olduğunu belirtir. Papuşile cu perdea farsının daha edepli olduğunu, fars perdea oyunu diyalogunun ise edepsiz bir serbestliğe, yalancılıklara ve kaba deyimlere sahip olduğunu söyler.

Kukla oynatıcısı oyundan önce halka sorardı: “Kuklaları nasıl oynatayım istiyorsunuz? Edepli mi edepsiz mi?” Önceleri bu çağrı gölgelerin görüldüğü perdeye bağlı idi. Fakat Romen kuklalarının başlangıçta bu tekniğe sahip olduklarına dair bir doküman yoktur.

Karagöz, orijinal Türk formuyla sarayda yaşamaya devam etti. Hanedana mensup prensler memleketlerinden kovulduktan ve memleket prensleri tarafından yerleri alındıktan sonra da yaşamaya devam etti. Bükreş’in merkezi Tarih Arşivindeki P VII/979 Nolu ve 5 Zilkade 1240 / ‘1 Haziran 1825 tarihli bir Türk dokümanı bize Rusçuk muhafızı Sait Mustafa’nın, Eflak Prensi Grigore Ghica Voda’dan (1822 – 1828) Bey’in Sünnet düğününe katılması için gölge oyunu oynatıcısını kendisine göndermesini rica ettiğini anlatır.

Karagöz tiyatrosu XIX asırda şehirlerin kahvelerinde görülmeye başlandı. Mesela 1834 de Cimpulung’da perde oyunu kuklalarını oynatan iç “Caraghioji” (Kaeagözcüden) bahsedilir.

Yazan: Eugénia Popescu – Judetz
Türkçesi: Füsun Topçuoğlu
TFA Eylül 1970

Karagöz sanatımızın Balkan ülkelerinde yaygınlığıyla ilgili olarak buraya koyduğum bu video 1969 – 1971 yılları arasınsa Saraybosna’da yayınlanmış bir dizi, dili Sırpça.

MAKALELER SAYFASINA GERİ DÖN

Karagöz Siyasi Bir Taşlamaydı Da

Karagöz üzerine incelemeler yapanlar onun hep dar bir mahalle içine kapandığını sanmışlardır. Hatta bazı yazarlar kolaylıkla Karagöz’ün bu mahalle çevresinden dışarı taşmadığını, din adamlarına, devlet büyüklerine dil uzatmaktan kaçındığını, devlet, hükümet yetkisini konu yapmadığını kesin olarak belirtmişlerdir. Ben kendi yanımdan bu görüşü hep şüphe ile karşıladım. Karagöz açık bir biçimdir. Her olaya, her amaca, her konuya kendini uydurabilen bir yöntemdir. Biçimin açıklığı, esnekliği her amaca, her konuya yatkın ve açıktır. Üstelik Karagöz’ün kendine göre bir dokunulmazlığı vardır. Din Adamları bile fetvalarında, Karagöz’ün İslam ilkelerinde değilse bile uygulamalarına aykırı düştüğünü bile bile onu hoş görecek gerekçeler bulmuşlar, ona açıktan açığa bir dokunulmazlık alanı tanımışlardı. Bu dokunulmazlık içinde, hele onun havasını, mizacını da tanıyanlar için din adamları, devlet ileri gelenlerini, siyasal konularını diline dolamamış olacağı pek düşünülmezdi. Fakat bunu gösterecek ipuçlarını bütün aramalarıma rağmen bulamamıştım. Ancak bulamayışım bu inancımı hiç sarsmadı.

Karagöz oyunları üzerine bilgimizin çoğu daha geçen yüzyılın sonlarından geliyor. Ancak bu dönem biliyoruz ki Abdulhamid’in baskı yönetimine, her fikrin susturulduğu bir çağa rastlar. Bundan öncesinde ise Türk kaynakları az bilgi verir, yabancı kaynaklar ise daha çok Karagöz’ün açık saçıklığı, utanmasızlığı üzerinde dururlar. Evet, doğrudur Karagöz’ün bir çok yanı olduğu gibi utanmaz bir yanı da vardır. Sımsıkı kapanık bir toplum içinde, baskının yarattığı kımıltısızlık içinde bu yoldan kaçamak bir yol aranmış olması, soluk verecek bir delik olarak başvurulmuş olması ancak Karagöz lehine yorumlanmalıdır. Yabancı tanıkların Türkçe’yi ve  Türkiye’deki toplumsal olayları iyi tanımayışları yüzünden ancak Karagöz’ün bu yönüyle ilgilenmekle yetinmiş olmaları pek iyi anlaşılabilir bir durumdur. Bir de Karagözcülerin anılarından bazı fıkralar duyarız. Büyüklerin önünde temsil veren Karagözcü bir dil sürçmesi ile orada hazır bulunan büyüğe saygısızlıkta bulunur. Ya işin içinden ustalıkla sıyrılır, ya da büyüğün hışmına uğrar. Fakat istenmeden, bir dil sürçmesi sonunda olan bu durum bizi burda ilgilendirmiyor.

Ararken ararken sonunda Karagözün devlet büyüklerini ve devlet işlerini hayal perdesine getirdiğini, Karagöz’ün siyasal taşlama da yaptığını gösteren önemli bir belge buldum*. Yazar 1820 ile 1870 yılları arasında Türkiye’de bulunmuş, kitabının her sayfasında Türkiye’deki siyasal gelişmeleri yakından izlemiş, devlet büyüklerini yakından tanımış olduğunu öğrendiğimiz bir tanıktır. Kitabında Karagöz’e ayırdığı bölümde de yine bu siyasal görüş önemlidir. Ayrıca birden çok örnekle bu tanığın verdiği bilgi bana oldukça inandırıcı göründü.

Yazar önce Karagöz’ün ne olduğunu anlatıyor. Nerelerde oynandığını belirtiyor. Özellikle Tophane, Sultan-Mehmet, Sultanahmet, Serasker’de oynatıldığını söylüyor. Baş kişilerinin bahçıvan ile Karagöz olduğunu söylüyor. Yazar bahçıvanı hem Fransızca hem Türkçe olarak yazdığı için Hacıvat’ta yanıldığını düşünemeyiz. Önce bahçıvanın sahneye geldiğini, bahçesine lahanalar dikerken Karagöz’ün göründüğünü, böylece söyleşmeleri ve oyunun başladığını söylüyor. Hacıvat’ın yerine başka bir kişinin almış olması beni şaşırtmadı. Çünkü buna benzer bilgilere başka yerde de rastlamıştım.

Yazar Karagöz oyununu daha başta şöyle tanıtıyor; Bu taşlama hep devlet ileri gelenlerine, onların tutumlarına, göreneklerine, davranışlarına yöneltilmiştir. Sultan bile onun, garazlı, yaralayıcı, keskin dilinden kurtulamamıştır. İlk örneğini veriyor, önce siyasal olayı anlatıyor. Sultan Mahmut devrimlerinin ilk yıllarında Gürcü Mehmet Reşit Paşanın hem vezir hem serasker olduğunu, asker yaradılışını, herkesi titrettiğini, Çumla’yı 1827 ve 1828 de savunduğunu, Konya’da İbrahim paşa komutasındaki Mısır ordusunu yanındaki Nekrosof (veya Ihnat) kazaklarıyla karşılaştığını belirtiyor. Bu kazaklar paşa için kılıcı ve atıyla en gerekli bir üçlü kuvvetmiş. Paşa atların ürküp kaçması ile üç kazak ile bir başına kalmış. Çarpışmada iki kazak ölüyor, üçüncü kazak ile Paşa düşmana tutsak oluyor, yemek yemeden sekiz gün düşmana direniyorlar. Sonunda Paşa ölürken kılıcını Sultana götürmesi için kazak Ivan Mazanow’a veriyor. O da görevi yerine getiriyor. Bu olaydan bir yıl önce Karagözcü paşayı bir temsilinde canlandırmış. Paşa bir halı üzerinde bağdaş kurmuş, uzun çubuğunu içmektedir. Bir çok kimseler gelip ona bilgi veriyorlarmış. Biri İngiliz Kraliçesinin taç giydiğini, bir başkası da Amerikalıların ticaret antlaşmasının koşullarını yerine getirmediğini, bir başkası Avusturya İmparatorunun Bosna, Sırbistan ve Bulgaristan’ı topraklarına kattığını söylüyormuş. Paşa her raporun sonunda atının, kılıcının ve Ihnat kazaklarının getirilmesini buyuruyormuş. Temsili seyreden paşanın bu öyle hoşuna gitmiş ki, kendisi gidip Karagözcüyü görmüş, eli açıklıkla onu sevindirmiş ve şöyle demiş “İşte gerçekten tek değeri olan bir cevap. At sırtında ve elde kılıç olunca her zorluğu karşılayabiliriz, İmparatorluğumuz güçlü kuvvetli olur, zaferimizi bütün dünyaya kabul ettirebiliriz. Attan inip arabaya binersek gavurlar boynumuza ipi geçirir, kılıçlarımızdan vazgeçersek her şey bizim için biter”

Yazar, Karagöz’ün her zaman devlet ileri gelenlerinden böyle iyi şeyler işitmediğini belirttikten sonra kendi gördüğü bir başka temsili anlatıyor. İyi görünüşlü genç bir adam Karagöz’e ne meslek seçmesi konusunda akıl danışıyor. Karagöz biraz düşündükten sonra gülüyor ve donanmaya girmesini, çünkü hiçbir şey bilmediğini, amiral olmak için de bunun yeteceğini söylüyor. Biraz sonra genç adam amiral kılığında görünüyor, yeni mesleğinde olup bitenleri anlatıyor: “Gemime binmiş yol alıyordum – bunu beş dakika tekrarlıyor – Dolmabahçe’de sultanın sarayı önünde demir attım. Oradan ayrıldım, gene yol aldım, aldım böyle gide gele alıştım ve İngiliz’ler gibi bir deniz kurdu oldum. Üç güverteli amiral sancağı çekilmiş Mahmudiye’de bir çok fare vardı, bunlar önce yiyecekleri bitirdiler, sonra geminin demir ve tahtalarını kemirdiler. Gemi batacakken on iki İngiliz köpeği getirdim, bunlar düşmanı yok ettiler, gemi adamlarını açlıktan, gemiyi de batmaktan kurtardım. Sultan benim bu zaferle sonuçlanan davranışımı duydu ve kız kardeşini bana verdi.”

Bu, Sultanın dâmâdı Laz Mehmet Ali Paşa’nın olmuş hikayesidir. Yazar, Karagözcünün bu işten pek de kazançlı çıkmış olacağını sanmadığını söylüyor.

Bir başka temsilde –gene yazarın gördüğü – utanmasız bir biçimde Topal Hüsrev Paşanın cinsel sapıklığı, oğlanlara düşkünlüğü ele alınmış. Temsilde Sultan Mahmut göklere çıkarılıyormuş. Hüsrev Paşa kötülükler beyinlerinden aşağı inip kanla dışarı çıksın diye gençlerin tabanlarına otuzar sopa vurdurur ve bu sırada Aaa! Diye sesler çıkarırmış. Yazar bu türlü utanmasız temsillerden birine bir yaşlı adamın iki genç kız getirdiğini görmüş, böyle açık saçık şeylere genç kızları neden getirdiğini sormuş, adam da er geç bunları öğreneceklerini, bilgisiz kalmaktansa bir an önce öğrenmelerinin daha iyi olacağını söylemiş.

Abdülaziz’in ilk yıllarında ilk hükümet denemeleri, kent içinde dolaşmaları, eski devlet adamları yerine Ziya Bey’i, Muhtar Bey’i tutması günün konularıymış. Karagöz bu yaşlı devlet adamlarını, bu arada Kıbrıslı Mehmet Paşa’yı zalim bir biçimde alaya alıyormuş. Bu sonuncusunu kollarını bir yel değirmeni gibi oynatarak sesinin olanca gücüyle hırsızları ve nasıl ceplerini doldurduklarını bildiğini söylüyormuş. Bu ara yaşlı bir imam, Paşanın karısını, bacanağını, damadını onun önüne getirmiş, hepsinin ceplerini tıka basa altın, gümüş, kağıt para ile doluymuş. Bu taşlama fazla keskin bulunmuş, Karagöz oynatma iznini kaldırmış. Sahneye devlet ileri gelenlerinin ve büyüklerinin çıkarılması ağır cezalara bağlanmış. Yazar bundan sonra Karagözün ilginçliği ve anlamı olmayan, kaba, bayağı bir güldürmece durumuna düştüğünü belirtiyor.

Wanda Souvenirs Anecdotiques sur la Turquia (1820-1870),Paris 1884, (Karagueuz)

Metin AND

Forum dergisi No:214 Ankara 1963

MAKALELER SAYFASINA GERİ DÖN

Karagöz Hacıvat Ve Pokemon Oyunu

Sinema, tiyatro ve televizyon gibi eğlence araçlarının olmadığı çağlarda toplumumuzun yegane eğlenme aracı olan Geleneksel Gölge oyunumuz Karagöz (bazı rivayetlere göre) yaklaşık altı yüz yıldır toplumu hem eğlendirme hem de bilgilendirme görevini başarıyla yerine getirmiştir.(Karagöz oyunları hakkındaki rivayetler 2. Osmanlı padişahı Sultan Orhan devrini başlangıç olarak gösterir ancak ilk kesin belgeye Şehzade Mehmet’in sünnet düğünü şölenini anlatan 1582 tarihli Surname-i Humayun’da rastlanır.)

Karagöz oyunları, esnek yapısı dolayısı ile her tür konunun işlenmesine uygun olduğundan hem küçüklerin, hem büyüklerin ilgisini çekmiş, büyükler için hem eğlence hem de toplumun sesi haline gelmiş, zaman zaman toplumun beğenmediği siyasi kararları eleştirdiği ve devlet yöneticilerinin yaptığı uygunsuz davranışları sergilediği olmuştur.

Çocuklar için ise tam anlamıyla bir eğlence kaynağı olmuş ve yakın zamanlara kadar bu özelliğini korumuştur. Televizyonun yaygınlaşmasıyla batı kültürü hayatımızın her alanında olduğu gibi televizyon programlarında da kendini göstermiş ve evlerimizin içi batının kültür bombardımanına açık hale gelmiştir. Ve de bizim güzelim Nasreddin Hocamız, Keloğlanımız ve Karagözümüz, Pokemonlara, Digimonlara yenik düşmüştür. Oysa ki kültürümüzün derinliklerinden ve yüzyılların imbiğinden süzülüp gelen Nasreddin hoca fıkraları, Keloğlan masalları ve Karagöz oyunları baştan aşağı mizah ve insancıl duygularla dolu olduğu halde, Pokemon oyunu tam tersine şiddet doludur. Uzmanlar bu konuda sürekli uyarılar yapmaktadırlar, bir internet sitesinden alıntı yaptığım yazı son derece ilgi çekicidir;

“…Son zamanlarda daha çok gündemde olan ve duyduğumuz kadarı ile bazı Avrupa ülkelerinde yasaklanan pokemon isminde bir çizgi film ve bunun üzerinden satış yapan ürünler var. Büyük küçük herkesin duyduğu ve ismini mecburen dahi olsa öğrendiği bu çizgi film üzerinde bir çok yorum yapıldı. Burada hemen vurgulamak istediğim bir şey var ; İsmi pokemon olsa da bu bir “çizgi film” yani “çocuklar bu sizin için veya çocuklara göre” gibi bir mesaj var. Geleneksel anlayışa göre çizgi filmi çocuklar seyreder diye bilinir. Bu nedenle belki de bazı ebeveynler bunu nasıl olsa çizgi film diye önemsememekte. Yani çocuklar savunmasız bir şekilde bu çizgi filmin içeriği ve mesajları ile baş başa kalmaktadır.

Pokemon oyunu ilk bakışta masum gibi olsa da içinde içerdiği şiddet eğilimi ve büyüsel güç ile sürekli dikkatleri çekmektedir. Her bölümünde pokemon denen yaratıkların birbiri ve başkaları ile güç gösterisine girişmesi , içinde büyüsel güç ve etki altına alma konusunun sık sık işlenmesi ve daha da önemlisi görsel olarak çocukların bilinç dışına verdiği mesaj olarak pokemonların tamamen şiddet , agresyon , aşırı güçlü olma , sıra dışılık , mücadele de üstün olma , karşısındakine zarar verme , doğa üstü yeteneklere sahip olma gibi mesajları içermektedir.

Bu mesajların yaş gruplarına göre farklı etkileri olmakla birlikte genel olarak çocukların bilinç dışına şiddet ve agresyon eğilimini yerleştirdiği , büyüsel ve dağa üstü gücün sık işlenmesi nedeni ile bazı çocukların bunu kendilerine yardımcı doğa üstü güç olarak kullanmaları (Elinde pokemon anahtarlığı taşıyan çocuğun bunu kendisine güç vermesi için taşıdığını belirtti ) , çizgi filmde gördükleri sahneleri animistik düşünce ve etkilenmenin fazla olması nedeni ile gerçek hayatta da uygulamaya çalıştıkları (En son Mersin’de dört yaşındaki çocuk kendisini yedinci kattan aşağı attı, sebebi ise pikacu gibi uçmaya çalışmak idi) , sık sık vurgulanan savaş , kavga , güç gösterisi nedeni ile çocukların birbirine şiddet uygulamasını kolaylaştırdığı ( Bir çocuğun diğerine çizgi filmde gördüğü ve etkilendiği sarmaşık hareketi ile saldırıda bulunup arkadaşına zarar vermesi) , özellikle pokemon denen yaratıkların içerdiği korku ve agresyon mesajları nedeni ile çocukların rüyalarına kadar girip onlara kabuslar yaşattığı ( Bir çok anne çocuklarının sürekli pokemonlar ile uykuda savaşıp konuştuğunu belirtmişti) gibi daha şu anda sayamadığımız bir çok olumsuz etkiler şimdiden görülmektedir”(Dr Osman Abalı) www.cocukaile.com

Televizyonlardaki pokemon çizgi filmlerinin hedef kitlesi olan 0-8 yaş grubu çocuklar şiddeti kanıksamakta ve şiddeti hayatın doğal bir parçası olarak görmektedirler. İnsani duygulara yabancılaşan bu çocukların oyunları ve arkadaşlarıyla olan ilişkileri de şiddet merkezli olmaktadır. Aradan on yıllar geçip de bu çocuklar yetişin birer insan olduklarında da şiddeti hayatlarının her alanında kullanacak, toplumsal şiddeti körükleyen birer unsur haline geleceklerdir.

Oysa Karagöz oyunları, çocuklara doğru mesajlar verildiği takdirde pek çok kötü alışkanlıklardan (parmak emme, tırnak yeme v.s) vazgeçirebildiği gibi yeni alışkanlıkların kazanılmasında etkili olmaktadır. Yalan söylememe, çevreyi temiz tutma, hayvan sevgisi,arkadaşlığın değeri, yardımseverlik, temizlik alışkanlıklarının kazanılması gibi mesajlar çocuklar tarafından hemen algılanıp hayata geçirilmektedir. Peki durum böyle olduğu halde yazılı basınımız, radyo ve televizyonlarımız Karagöz’e neden bu kadar ilgisiz davranmaktadırlar. Karagöz bizim öz kültürümüz olduğu halde devlet televizyonu bile yeterince ilgi göstermemektedir. Birkaç yılda bir yayınlanan belgeseller ve bazı ramazan gecelerinde göstermelik olarak birkaç dakika yayınlanan oyunlardan başka televizyonlarda Karagöz’ü görmek olası değil.

“Ol mailer ki derya içredirler deryayı bilmezler” örneğinde olduğu gibi batı hayranlığını bir yana bırakıp zaman zaman da olsa kendi kültürümüze bakarsak çok zengin bir kültür mozayiğimiz olduğunu görürüz.

Emin Şenyer
Değişim gazetesi 22 Mayıs 2002

Çocuklarda televizyon Bağımlılığı

MAKALELER SAYFASINA GERİ DÖN

Karagöz oynatanlar, Multifestijn 2008 Rotterdam’dan görüntüler

Karagöz oynatmak için katıldığımız Multifestijn 2008 Rotterdam’da bir de stand açıp festival ziyaretçilerine Karagöz konusunda bilgiler verdik. Bir de küçük bir perde hazırlayıp gönüllülere nasık karagöz oynatılacağını gösterdik ve oynatmalarını rica ettik. Aşağıda Karagöz oynatmayı deneyenleri görüyorsunuz

Karagöz Oynatanlar
Karagöz Oynatanlar
Karagöz Oynatanlar

Multifestijn sayfasına geri dön