Karagöz Siyasi Bir Taşlamaydı Da

Karagöz üzerine incelemeler yapanlar onun hep dar bir mahalle içine kapandığını sanmışlardır. Hatta bazı yazarlar kolaylıkla Karagöz’ün bu mahalle çevresinden dışarı taşmadığını, din adamlarına, devlet büyüklerine dil uzatmaktan kaçındığını, devlet, hükümet yetkisini konu yapmadığını kesin olarak belirtmişlerdir. Ben kendi yanımdan bu görüşü hep şüphe ile karşıladım. Karagöz açık bir biçimdir. Her olaya, her amaca, her konuya kendini uydurabilen bir yöntemdir. Biçimin açıklığı, esnekliği her amaca, her konuya yatkın ve açıktır. Üstelik Karagöz’ün kendine göre bir dokunulmazlığı vardır. Din Adamları bile fetvalarında, Karagöz’ün İslam ilkelerinde değilse bile uygulamalarına aykırı düştüğünü bile bile onu hoş görecek gerekçeler bulmuşlar, ona açıktan açığa bir dokunulmazlık alanı tanımışlardı. Bu dokunulmazlık içinde, hele onun havasını, mizacını da tanıyanlar için din adamları, devlet ileri gelenlerini, siyasal konularını diline dolamamış olacağı pek düşünülmezdi. Fakat bunu gösterecek ipuçlarını bütün aramalarıma rağmen bulamamıştım. Ancak bulamayışım bu inancımı hiç sarsmadı.

Karagöz oyunları üzerine bilgimizin çoğu daha geçen yüzyılın sonlarından geliyor. Ancak bu dönem biliyoruz ki Abdulhamid’in baskı yönetimine, her fikrin susturulduğu bir çağa rastlar. Bundan öncesinde ise Türk kaynakları az bilgi verir, yabancı kaynaklar ise daha çok Karagöz’ün açık saçıklığı, utanmasızlığı üzerinde dururlar. Evet, doğrudur Karagöz’ün bir çok yanı olduğu gibi utanmaz bir yanı da vardır. Sımsıkı kapanık bir toplum içinde, baskının yarattığı kımıltısızlık içinde bu yoldan kaçamak bir yol aranmış olması, soluk verecek bir delik olarak başvurulmuş olması ancak Karagöz lehine yorumlanmalıdır. Yabancı tanıkların Türkçe’yi ve  Türkiye’deki toplumsal olayları iyi tanımayışları yüzünden ancak Karagöz’ün bu yönüyle ilgilenmekle yetinmiş olmaları pek iyi anlaşılabilir bir durumdur. Bir de Karagözcülerin anılarından bazı fıkralar duyarız. Büyüklerin önünde temsil veren Karagözcü bir dil sürçmesi ile orada hazır bulunan büyüğe saygısızlıkta bulunur. Ya işin içinden ustalıkla sıyrılır, ya da büyüğün hışmına uğrar. Fakat istenmeden, bir dil sürçmesi sonunda olan bu durum bizi burda ilgilendirmiyor.

Ararken ararken sonunda Karagözün devlet büyüklerini ve devlet işlerini hayal perdesine getirdiğini, Karagöz’ün siyasal taşlama da yaptığını gösteren önemli bir belge buldum*. Yazar 1820 ile 1870 yılları arasında Türkiye’de bulunmuş, kitabının her sayfasında Türkiye’deki siyasal gelişmeleri yakından izlemiş, devlet büyüklerini yakından tanımış olduğunu öğrendiğimiz bir tanıktır. Kitabında Karagöz’e ayırdığı bölümde de yine bu siyasal görüş önemlidir. Ayrıca birden çok örnekle bu tanığın verdiği bilgi bana oldukça inandırıcı göründü.

Yazar önce Karagöz’ün ne olduğunu anlatıyor. Nerelerde oynandığını belirtiyor. Özellikle Tophane, Sultan-Mehmet, Sultanahmet, Serasker’de oynatıldığını söylüyor. Baş kişilerinin bahçıvan ile Karagöz olduğunu söylüyor. Yazar bahçıvanı hem Fransızca hem Türkçe olarak yazdığı için Hacıvat’ta yanıldığını düşünemeyiz. Önce bahçıvanın sahneye geldiğini, bahçesine lahanalar dikerken Karagöz’ün göründüğünü, böylece söyleşmeleri ve oyunun başladığını söylüyor. Hacıvat’ın yerine başka bir kişinin almış olması beni şaşırtmadı. Çünkü buna benzer bilgilere başka yerde de rastlamıştım.

Yazar Karagöz oyununu daha başta şöyle tanıtıyor; Bu taşlama hep devlet ileri gelenlerine, onların tutumlarına, göreneklerine, davranışlarına yöneltilmiştir. Sultan bile onun, garazlı, yaralayıcı, keskin dilinden kurtulamamıştır. İlk örneğini veriyor, önce siyasal olayı anlatıyor. Sultan Mahmut devrimlerinin ilk yıllarında Gürcü Mehmet Reşit Paşanın hem vezir hem serasker olduğunu, asker yaradılışını, herkesi titrettiğini, Çumla’yı 1827 ve 1828 de savunduğunu, Konya’da İbrahim paşa komutasındaki Mısır ordusunu yanındaki Nekrosof (veya Ihnat) kazaklarıyla karşılaştığını belirtiyor. Bu kazaklar paşa için kılıcı ve atıyla en gerekli bir üçlü kuvvetmiş. Paşa atların ürküp kaçması ile üç kazak ile bir başına kalmış. Çarpışmada iki kazak ölüyor, üçüncü kazak ile Paşa düşmana tutsak oluyor, yemek yemeden sekiz gün düşmana direniyorlar. Sonunda Paşa ölürken kılıcını Sultana götürmesi için kazak Ivan Mazanow’a veriyor. O da görevi yerine getiriyor. Bu olaydan bir yıl önce Karagözcü paşayı bir temsilinde canlandırmış. Paşa bir halı üzerinde bağdaş kurmuş, uzun çubuğunu içmektedir. Bir çok kimseler gelip ona bilgi veriyorlarmış. Biri İngiliz Kraliçesinin taç giydiğini, bir başkası da Amerikalıların ticaret antlaşmasının koşullarını yerine getirmediğini, bir başkası Avusturya İmparatorunun Bosna, Sırbistan ve Bulgaristan’ı topraklarına kattığını söylüyormuş. Paşa her raporun sonunda atının, kılıcının ve Ihnat kazaklarının getirilmesini buyuruyormuş. Temsili seyreden paşanın bu öyle hoşuna gitmiş ki, kendisi gidip Karagözcüyü görmüş, eli açıklıkla onu sevindirmiş ve şöyle demiş “İşte gerçekten tek değeri olan bir cevap. At sırtında ve elde kılıç olunca her zorluğu karşılayabiliriz, İmparatorluğumuz güçlü kuvvetli olur, zaferimizi bütün dünyaya kabul ettirebiliriz. Attan inip arabaya binersek gavurlar boynumuza ipi geçirir, kılıçlarımızdan vazgeçersek her şey bizim için biter”

Yazar, Karagöz’ün her zaman devlet ileri gelenlerinden böyle iyi şeyler işitmediğini belirttikten sonra kendi gördüğü bir başka temsili anlatıyor. İyi görünüşlü genç bir adam Karagöz’e ne meslek seçmesi konusunda akıl danışıyor. Karagöz biraz düşündükten sonra gülüyor ve donanmaya girmesini, çünkü hiçbir şey bilmediğini, amiral olmak için de bunun yeteceğini söylüyor. Biraz sonra genç adam amiral kılığında görünüyor, yeni mesleğinde olup bitenleri anlatıyor: “Gemime binmiş yol alıyordum – bunu beş dakika tekrarlıyor – Dolmabahçe’de sultanın sarayı önünde demir attım. Oradan ayrıldım, gene yol aldım, aldım böyle gide gele alıştım ve İngiliz’ler gibi bir deniz kurdu oldum. Üç güverteli amiral sancağı çekilmiş Mahmudiye’de bir çok fare vardı, bunlar önce yiyecekleri bitirdiler, sonra geminin demir ve tahtalarını kemirdiler. Gemi batacakken on iki İngiliz köpeği getirdim, bunlar düşmanı yok ettiler, gemi adamlarını açlıktan, gemiyi de batmaktan kurtardım. Sultan benim bu zaferle sonuçlanan davranışımı duydu ve kız kardeşini bana verdi.”

Bu, Sultanın dâmâdı Laz Mehmet Ali Paşa’nın olmuş hikayesidir. Yazar, Karagözcünün bu işten pek de kazançlı çıkmış olacağını sanmadığını söylüyor.

Bir başka temsilde –gene yazarın gördüğü – utanmasız bir biçimde Topal Hüsrev Paşanın cinsel sapıklığı, oğlanlara düşkünlüğü ele alınmış. Temsilde Sultan Mahmut göklere çıkarılıyormuş. Hüsrev Paşa kötülükler beyinlerinden aşağı inip kanla dışarı çıksın diye gençlerin tabanlarına otuzar sopa vurdurur ve bu sırada Aaa! Diye sesler çıkarırmış. Yazar bu türlü utanmasız temsillerden birine bir yaşlı adamın iki genç kız getirdiğini görmüş, böyle açık saçık şeylere genç kızları neden getirdiğini sormuş, adam da er geç bunları öğreneceklerini, bilgisiz kalmaktansa bir an önce öğrenmelerinin daha iyi olacağını söylemiş.

Abdülaziz’in ilk yıllarında ilk hükümet denemeleri, kent içinde dolaşmaları, eski devlet adamları yerine Ziya Bey’i, Muhtar Bey’i tutması günün konularıymış. Karagöz bu yaşlı devlet adamlarını, bu arada Kıbrıslı Mehmet Paşa’yı zalim bir biçimde alaya alıyormuş. Bu sonuncusunu kollarını bir yel değirmeni gibi oynatarak sesinin olanca gücüyle hırsızları ve nasıl ceplerini doldurduklarını bildiğini söylüyormuş. Bu ara yaşlı bir imam, Paşanın karısını, bacanağını, damadını onun önüne getirmiş, hepsinin ceplerini tıka basa altın, gümüş, kağıt para ile doluymuş. Bu taşlama fazla keskin bulunmuş, Karagöz oynatma iznini kaldırmış. Sahneye devlet ileri gelenlerinin ve büyüklerinin çıkarılması ağır cezalara bağlanmış. Yazar bundan sonra Karagözün ilginçliği ve anlamı olmayan, kaba, bayağı bir güldürmece durumuna düştüğünü belirtiyor.

Wanda Souvenirs Anecdotiques sur la Turquia (1820-1870),Paris 1884, (Karagueuz)

Metin AND

Forum dergisi No:214 Ankara 1963

MAKALELER SAYFASINA GERİ DÖN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir