Karagöz, sanki Boğaziçi’nde, Rumelihisarı’nda “Mehtap Safası”na çıkmıştı. Ay pırıl pırıldı gökte, Boğaz’a vurmuştu ışıkları. Boğaz’ın Rumeli kıyısına doğru geçen vapurların dümen sularında ışık dalgalanmaları oluyordu. Ve Macaristan’ın ünlü Thalia Szinhaz tiyatro topluluğu seksenbeş kişilik kadrosuyla Rumelihisarı’nda Karagöz temsili veriyordu. Dıştan bakınca, giysileri, davranışları Türk ama Macarca konuşan bir Karagözdü bu. Bir gölge oyunu da değildi. Karagöz ile Hacıvat, bizim gölge oyunu Karagöz’de gördüğümüz tiplerin canlılarıydı. Sahnede dolaşıyorlar, kendi seslerinden konuşuyorlardı. Dekor da sanki Bursa‘nın bir köşesinden alınmıştı, kubbeler, yarım aylar, direkler, direklerin üzerine oturtulmuş tahta oymalı çıkmalar ve perdeden kapılar. Ağanın evi ile Karagöz’ün evini simgeleyen bu kümessi binalara, yanyan dolaşarak çıkan tahta merdivenler ve sahne ışıklarının üstünde gökten ve ay ışığından yansıyan doğal ışıklar. Doğanın dekoru ile tiyatronun dekorunun birleşip kucaklaştığı bir hava içinde Macar topluluğu iki temsil verdi Rumelihisarı’nda. Seyircilerin sayısı çok fazla değildi ama ilgi ve beğeniyi noktalayan alkışlar çoktu. Macar topluluğun oyuncuları başarıları ile bunu hak etmişlerdi.
Geçen yıl, Karagöz gölge oyunu olarak Şehir Tiyatrolarının kanatları altına alınmış fakat fazla barınamamıştı. Hatta, bu sütunlardan daha önce belirttiğimiz gibi kapı dışarı edilmişti. Olayı kamuoyuna duyurduğumuz halde hiç bir yetkiliden bir ilgi gelmemiş, tepki de gösterilmemişti. Ülkemizde her sahadaki aksaklık ve yanlış tutumları yansıtan yazılara karşı olduğu gibi bu konuda da vurdumduymazlık baskın çıkmıştı.
Dördüncü İstanbul Festivali Geleneksel Türk Tiyatrosuna, bu arada gölge oyunu olarak Karagöz’e biraz önem verdi. Festivalin içinde Karagöz gösterileri yapıldı. Gereken ilgiyi görmese bile iyi bir başlangıç olarak bunu alkışlamak gerek.
Ama bizim yapamadığımızı daha doğrusu yapmak istemediğimizi Macar Thalia topluluğu yaptı, hem de büyük ölçüde başarı göstererek.
Festivalin program dergisinde verilen bilgiye göre bu gösteri Metin And’ın Geleneksel Türk Tiyatrosu adlı yapıtı, Prof. Sabri Esad Siyavuşgil ve Adnan Saygun’un da yol göstermeleri ile kısmen Cevdet Kudret Solok’un üç ciltlik Karagöz oyunu yapıtı ve kısmen de Karagöz ve Orta oyunlarından İgnac Kunos’un yaptığı çevirilerden seçmelerle meydana getirilmiştir.
Gördüğüm temsilin genel çizgileri hakkında bilgi vermeden önce şunu belirtmek isterim; metni düzene sokan İgnac Kunos ve Istvan Janasy, sahneye uygulayan ve yöneten Kiraly Kazimir çokgüzel bir Karagöz temsili sundular bize. Karagözde Gyula Szabo sanki Karagöz’ün ülkesinde, Karagöz’ün gölge oyunundaki figürlerini göre göre büyümüş gibi hatta vücudu deve derisinden yapılmışçasına, kollarını ve mafsallarını da rahatça oynatarak canlandırdı Karagözü. Karagöz dili yabancı da olsa bizde biriydi. Kaldı ki oyunu süsleyen yer yer renklendiren Türkçe kelimeler yabancılığı kaldırıyordu ve aslında sanat sınır da tanımıyor dil ayrımı da. Temsil boyunca sık sık kullanılan Eşşekoğlu eşşek, gel yahu, sevgilim sözleri yanında oyun gereği bir Macarla Türklerin kullandıkları bir çok ortak sözcüğün bulunduğunu görürler. Bizim elmadediğimize onlar alma diyorlar, çocuğa çocuk, pabuca pabuç gibi.
Karagöz gösterisi Karagöz’ün Hamam oyunu ile başlar, Karagöz’ün hekimliği, sahte gelin, Karagöz’ün esrar içip deli olması, tımarhane,sünnet, yazıcı ve Karagöz’ün şairlerle imtihanı bölümlerini kapsar. Özellikle Karagöz’ün şairlerle imtihanı sahnesinde sonunda sıra Karagöz’e gelince Karagöz belli aralıklarla ve sesini yükseltip alçaltarak Sevgilim, Sevgilim diye başladığı şiiri gene başka kelimeler eklemeden Sevgilim, Sevgilim diye bitirir Türkçe olarak, imtihanı kazanır ve çok alkışlanır. Karagöz’ü oynayan Gyula Szabo’nun her yönden kendini gösteren ustalığından övgüyle söz etmek isterim.
Yukarıda adlarını saydığım bölümleri Ferhat ile Şirin aşkı, uğraşıları ve sonunda yine Karagöz’ün aracılığıyla evlenmesi öyküsü çevresinde süren oyunun ilginç bir başlangıcı var.
Avrupa’nın ünlü halk öyküleri kahramanları oyunun başında birer birer sahneye gelirler. Kendilerini şiirselsözlerle tanıtırlar ama bunların aralarında Karagöz Hacıvat yoktur. Dillerini tutmadıkları için padişahın buyruğuyla kelleleri vurulan bu iki Türk halk kahramanının aralarında bulunmayışlarına üzülürler. Karagöz ile Hacıvat’ın yaratıcısı Şeyh Küşteri sahnede görünerek onlara ruh verir. Karagöz ile Hacıvat bilenen tekerlemelerini söyleye söyleye sahneye gelirler ve oyuna başlarlar.
Thalia topluluğu sadece iki temsil verdi program gereğince. Keşke daha çok olsaydı temsil sayısı. İkinci gün havanın gündüzden yağışlı olması seyirciyi biraz etkilemiş olsa gerek. Bu oyunu, oyun süresince iç hoporlorle yapılan tanıtıcı duyuruları çoğaltarak bir kaç kez daha oynamak çok yararlı olurdu. Halk, başka bir salonda daha geniş oranda görmeliydi ama bu kadarla da kalsa böyle bir gösteriye öncülük ettikleri için İstanbul Festivali yöneticilerini ve Thalia topluluğunun tüm sanatçılarını kutlarım.
Recep Bilginer
Politika dergisi, 14 Temmuz 1976