Karagöz Hacıvat ve Arkeolojik hakikatler

Türkiye’de turizmi geliştirecek ana kaynaklardan en başta geleni şüphesiz arkeolojidir. Bu mevhum altında mütalâa edilen her türlü eser en ince noktalarına kadar Türk zevkinin evvelden beri ne kadar ince ve ne kadar mükemmel eserler yarattığının delîlidir. Üstün Türk zevki, kültürü ile birleşerek zamanımızda dahi hâla sanat değerini muhafaza eden güzel eserler vermiştir.

MİLLİ SERVETİMİZ DURMADAN YURTDIŞINA KAÇIRILIYOR

Bu türlü hem maddi, hem manevi hazineye sahip olamayan, tarihleri sanat mevhumundan yoksun bir kısım ülkeler pek tabii ki, olan ülkelerinkini elde etmeye çalışacaklardır. Yokluk olan yerde açlığın hüküm sürmesi olağan bir şeydir.Bu sebeple kaçakçılık ve eski eser hırsızlığı bilhassa son asırda almış yürümüştür. Milli servetimizin böylece yurt dışına kaçırılması hepimizin üzülmesini gerektiren bir durumdur. Bunca emekle yapılmış sanat şaheserlerinin açgözlü insanlar tarafından çalınması tarihi Türk düşüncesine, yüksek kültürüne haksızca sahip çıkılması demektir.

Maddi kaçakçılık yanında bir de manevi kaçakçılık vardır ki,bugünlerde son derece yüksek bir medeniyetin, büyük bir kültür seviyesinin neticesi olan ince sanatı çalmaya kadar ileri gidebiliyor.

ÖZ MALIMIZ KARAGÖZ-HACIVAT

Kendi öz malımız olan bir Karagöz-Hacıvatımız var bugün.Yüzyıllardan beri yaşatıp sevmişiz.Her tarafından buram buram Türklük kokarken, başka bir milletin kalkıp da “KaragözHacivat bir Yunan gölge oyunudur, Türkler göçebe bir kavimdirler, çadır insanlarının böyle bir sanat yaratması düşünülemez” demelerine karşılık söylenecek ilk söz “koskoca bir yalancısınız” dır.Bu yalancılığı ilmin gerçekleriyle ispat etmek çok kolaydır.

Evvelâ Türklerin göçebe bir kavim olup olmadığına bakalım.Binlerce sene evvel henüz eski Yunan kültürünün ortaya çıkmadığı devirlerde Anadolu’da bugün dahi üstünlükleri herkesçe kabul edilen çok gelişmiş bir sanat vardı ve bunu yaratan insanlar göçebe değil, bilakis şehircilik bakımından son derece gelişmiş kimselerdi. Sosyal, siyasi ve içtimai hayat çok düzenliydi.Böyle huzur içindeki insanların sanat ve medeniyete gereken ilgiyi göstererek onun zirvesine ulaşmaları normaldir.Arkeolojinin maddi, yalana ihtiyaç bırakmayan belgeleri bunu apaçık gözler önüne seriyor.

Bugün, o eski Yunan kültürü ile hiç alakası kalmamış olan birtakım insanlar Karagöz-Hacıvatımıza, dolayısı ile üstün düşünce ve sanatımıza sahip çıkmaya kalkışıyorlar.

Onları kesin bir yenilgiye uğratmak, geriye dönüp şöyle bir bakmakla mümkündür.

KARAGÖZ VE HACIVAT ŞEKLİNİN TARİHÇESİ

Acaba Karagöz ve Hacıvat bu şekillerini nereden almışlardır?.. Tabii ki ilk akla gelen, bir sanatkar tarafından yaratıldığıdır. Kıyafetler bir devrin giyiniş tarzını gösteren en güzel örneklerdir.Oysa bunlarınki, yaratıldığını zannettiğimiz Osmanlı kıyafetlerine pek uymamaktadır.Buna karşılık “sanatkar kafasında bu şekilde görmek istemiştir” diyebiliriz.Ancak son yıllardaki arkeolojik çalışmalar neticesi bulunan eserler Karagöz-Hacıvat’ın yüzyıllardan değil, bin yıllardan beri Türklere ait olduğunu ispatlıyor.

4000 yıl evvelki atalarımızın yarattığı, sanat ve siyasi bakımdan çok büyük bir imparatorluk olan Hitit İmparatorluğunun geriye bıraktığı muazzam eser grubundan, üzeri kabartmalarla süslü taş eserlerde Karagöz-Hacıvat’ın ilkel değil, normal örneklerini bulmak mümkündür.Bu herkes tarafından kolaylıkla fark edilebilir.Tanrı veya insan tasvirleri olan bu motifler Karagöz-Hacıvat motiflerine eştir.Hitit sanatı şaheseri olan “yazılıkaya” âbidesinde erkek tanrıların duruşları,serpuştan,ayakkabılarına kadar her şeyleri ile benzerlik göstermektedir. Serpuştaki tanrılık alameti olan karşılıklı boynuzlar, kısa etekli elbise ve ucu yukarı kıvrık (çapula denilen Türk köylüsünün karakteristik çarıkları) ayakkabılar birbirine eştir.

Bunlar ilk nazarda görülenler.Daha incelenirse diğer benzerlikler de ortaya çıkar.

HİTİT TASVİRLERİNDE OLSUN, KARAGÖZ VE HACIVAT’TA OLSUN PERSPEKTİF YOKTUR

Her ikisinde de perspektif yoktur.Tasavvura göre tasvir edildikleri için gövdeler cepheden,baş, kollar, bacaklar ve ayaklar yandan tasvir edilmişlerdir.Kol ve ellerin meşguliyeti ise tamamen birbirine benziyor.Hitit tasvirlerinde arkadaki el daima çene altında yumruk şeklindedir. Bu Hititlerde tapınma şeklidir.Diğer el ise hareketli, iş görür durumda olup dirsekten kıvrıktır.Karagöz ve Hacıvat’ın kol ve el durumları incelendiğinde bu kaçınılmaz benzerlik ortaya çıkıyor.Hitit örnekleri bir tane ile yetinmiyor.Malatya’da bulunmuş kabartmalı taşlarda daha büyük yakınlık göze çarpıyor.Misaller çoğaltılabilir.Bu kabartmalardaki kıyafetler o devir giyinişini bize yansıtıyor.Eserlerin tümünde aynı tip kıyafet işlenmiştir.aralarında zaman farkı bulunduğu için bir sanatkarın yarattığı fantezi modeller diyemeyiz. Bir düşüncenin normal neticesidir bu.

Kıyafet tayininde en büyük unsur iklimdir.İklime en iyi uyan elbise ve ayakkabılar tercih edilecektir. Ucu kıvrık ayakkabılar zamanımıza kadar gelmiştir.Bu durum şu meseleyi gayet güzel aydınlatır.

ARKEOLOJİK ESERLER HENÜZ BULUNMAMIŞTI

Karagöz ve Hacıvat Osmanlılar devrinde ortaya çıktığı zaman henüz bu eserler bulunmamıştı.O halde bu büyük benzerlik nerden ileri geliyor?.. Birbirlerinden haberi olmayan insanlar nasıl tıpatıp uyan şekiller yaratıyorlar?.. İşte belli bir düşünce neticesi sebep-sonuç kaidesi gibi kendini gösteriyor.Karagöz-Hacıvat ve Hitit eserlerinin aynı düşünce ve kültüre sahip aynı ırka mensup insanlar tarafından yaratıldıkları meydana çıkıyor. Bu benzerlik yalnız Karagöz-Hacıvat’a inhisar etmiyor. Kadın ve çocuk figürleri ile ziynet eşyaları bile benzerlik gösteriyor. Bu apaçık gerçekler karşısında binlerce senedir değişmeden gelen Türk düşüncesinin bu güzel örneği, milli gölge oyunumuz Karagöz-Hacıvatımıza sahip çıkmak son derece gülünçtür. İlim gerçekleri şamar gibi suratlara çarpmakta ve haksız olanları kesin yenilgiye uğratmaktadır.

Gülsen DİKTÜRK
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi No:250 Mayıs 1970

MAKALELER SAYFASINA GERİ DÖN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir