Karagöz (Burhan Felek)

Dünya edebiyatında Memories adı verilen, bizde de hâtırat diye tercüme edilen zengin bir kol vardır ki, Türkçe’de nedense pek rağbet görmez. “Nedense” si bence de şudur;
Biz, geçmişimizi yalnızca küfür etmek için anımsarız. (Hiçbir dile insanlar birbirlerinin geçmişine küfretmez. Benim bildiğim ve işittiğim dillerde böyle bir şeye rastlamadım.) Ne ise, o bize lazım değil. Mesele hâtırat yazmak konusudur. Tarih diyebileceğimiz kadar eski zamanlarda pek rastlanmayan bu “çeşit” ler, ancak Meşrutiyetten sonra, bazı devlet adamlarımız tarafından yazılmıştır. Onlar da umumiyetle siyasi mahiyettedirler. Halbuki hayat, yalnız siyasi vakalardan ibaret olmadığı gibi, insan âlakasını çekme bakımından hayata, cemiyete,aileye ait vakalar, siyasi hâdiselerden ilgi çekicidir. Buna rağmen bizde böyle bir “hâtırat” edebiyatı hâla gelişmemiştir.

Bu girişle ben, Ramazan ayında bazı hâtıraları canlandırmanın fırsatını aramak istiyorum. Çünkü, bu ayın dinî olduğu kadar, âdet ve hayat üzerinde de önemli tesiri vardır. Mesela;artık bizim elimizden kaçırdığımız ve Yunanlılar tarafından bir tiyatro, milletlerarası temaşâ, festival ve kongrelerine sunulduğunu acıyarak gördüğümüz Karagöz, yani hayal oyunu, Ramazana mahsus bir eğlence idi. Bizim çocukluğumuzda –yani bundan yarım asır kadar önce-hemen, her semtte, birkaç büyücek kahvede Karagöz oynatılırdı. Bu ne demektir?.. Yani İstanbul’da Karagöz oynatacak kuvvette, 100 kadar Karagözcü vardı. Gerçi bunların zanaatları, yalnız Karagözcülük değildi. Çünkü insan bir ay çalışıp,11 ay oturarak geçinemez. Bunlar camcı, kantarcı, tesbihçi, hülâsa küçük bir iş sahibi olurlardı. Aralarında “kalem efendisi” tâbir edilen devlet memurları da bulunurdu. Bunların bizim bildiğimiz (yani 50-60 sene evvel) en meşhuru Kâtip Salih Efendi idi ki, perde içinde perde kurmak ve “tasvir”i tersine döndürmek gibi yenilikler yapmıştı. Ondan başka bir de Şair Ömer adını alan ve kuvvetli taklit yapan bir Karagözcü daha vardı ki, bunun muhtelif taklit plakları piyasada satılırdı.

Ben Kâtip Salih Efendi ile meşrutiyetten sonra “Mızıka-i Humayun” da görüştüm. Çünkü, saltanat devrinin iyiliklerinden biri de böyle sanatkarları himaye için “Mızıka-i Humayun” denilen saray konservatuarına almak idi. Bu bakımdan ne kadar övülse yeri vardır.

Bizim yetiştiğimiz veya adını işittiğimiz meşhur artistlerin çoğu “Mızıka-i Humayun” dan yetişmiştir. Meşhur komik “Abdi” adı ile anılan Abdulrezak Efendi’den, Kavuklu Hamdi’ye , cambaz Rıza Bey’e kadar.

Karagöz oyunu gerçi bir çocuk oyunu idi. Yani, daha ziyade çocukları eğlendirir idi;ama, büyükler de çocukları götürmek bahanesiyle Karagöze gider, vakit geçirirlerdi.

Denecek şudur ki, “Ramazan” ile “Karagöz” birbirinden ayrılmaz iki mevhum idi. Bizim çocukluğumuz Üsküdar’da Ihsaniye mahallesinde geçti. Ihsaniye mahallesi, Selimiye’ye komşu idi ve Selimiye’de kışla, zabitler, zabitan aileleri bulunduğu için daha şenlikli ve büyük mahalle idi. Karagöz ve Meddah gibi şeyler, oradaki büyücek kahve veya kıraathaneye gelirdi. Bizim zamanımızda Üsküdar’da Karagözcü “Müştak” adında orta halli bir sanatkar vardı. Biz senelerce bunun oynattığı Karagözü seyrettik.

Bu Karagöz oyunları hep babadan oğula ya da ustadan çırağa ağızdan intikal eden klasik oyunlardı. Baş tarafında önce bir perde gazeli, sonra bir kasîde okunurdu. Aslında edebî kıymeti olan bu eserler çoğu zaman cahil ağızlarda asıl şekillerini çok kaybetmiş olurlardı. Bunların en meşhuru Sadullah Ağa’nın şu yürük semaisi idi:

Ah bir elif çekti sineme canân bu gece
Ah Pek sarıldı bana ol servi hıraman bu gece
Ah Ayın on dördü gibi dün gece mecliste idi
Ah Kande akşamlayacak ol mehî taban bu gece

Bunu def ile usûl tutarak okurlar ve perde teşrifatına göre önce Hacivat şöyle perdenin sol tarafından gelerek şu perde kasidesini okurdu.

Nakş-ı sunun remzeder hüsnünde ruyet perdesi
Hace-i hükmü ezeldendir hakikat perdesi
Sireti surette mümkündür temâşa eylemek
Hail olmaz ayni irfâna basiret perdesi
Bu hayâl-i alemi gözden geçirmektir hüner
Nice kaare gözleri mahvetti suret perdesi
Hangi zılla iltica etsen fen’a bulmaz acep
Oynatan üstâdı gör kurmuş muhabbet perdesi
Perde kurdum şem’a yaktım oynatam zılli hayâl
Şeyhi Ekber Küşteri’nindir bu ibret perdesi.

Karagözcülerin çoğu bu kasîdeyi bilmez ya da doğru okuyamaz idiler. Şimdi bunları söyleyecek değil, anlayacak bile kalmadı. İnsanlar, ilerlemek için yalnız geleceğe değil, geçmişe de kıymet
vermeli, onu da kıskançlıkla muhafaza etmelidirler. Bu mânada muhafazakarlık bir zarurettir. Şimdi biz: Bakî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş bile diyemeyiz. Mezarının bile nerede olduğunu
bilmediğimiz sevgili Karagözümüz bir daha dirilmemek üzere vefat etmiştir. Kim öldürdü bu adamı?..

Burhan FELEK
Cumhuriyet 18.1.1964

MAKALELER SAYFASINA GERİ DÖN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir