Tulûat (Özdemir Nutku)

Gülme eylemi, bilinçaltı ile bilinç arasındaki yaratıcı bir ulaşımdır. Bu yaratıcılık kişilerin içinde bulunduğu duruma göre aşama çeşitlilikleri gösterdiği kadar, olumlu ve olumsuz yönelişleri de belirler. Freud, yaptığı deneyler yoluyla gülme eylemi üzerinde şu sonuca varır: İçtenlikle gülme, bilinçaltındaki yasaklanmış, baskı altında tutulmuş enerjinin statik durumundan kurtarılması ve bilince götürülmesidir; yine ona göre mizah, kişiyi sarsacak, uyandıracak saldırgan bir eğilimden ya da istekten doğar. Freud’un bu deneye dayanan düşüncelerinden hareketle mizahı biraz daha açımlayabiliriz. Gülme eylemi bilinçaltındaki yasaklanmış, baskı altında tutulmuş enerjinin bilince götürülmesi ise, mizah da insana karşı olan baskıların, adaletsizliklerin ve davranışların insan vicdanını döllemesiyle varolur. Mizah, kendi toplumu için sorumluluk taşıyan kişinin bilinçaltı karanlıklarında, tıpkı bir düş gibi belirmeye başlar ve evrimini tamamlayıp dışarı itildi mi de saldırgan bir düşünce olarak ortaya çıkar. Ancak bu saldırganlık, mizahı var eden kişinin yeteneğine ve kültürüne göre etkisini yapar. Mizah, bilinçaltındaki evrimi sırasında bir olayı ya da durumu çocuksu bir hayal gücüyle soyutlar. Soyutlamadaki zenginlik ve genişlik ne kadar çoksa, o mizahın niteliği ve etkisi de o kadar yüksek olur.

Gülme eylemi üzerinde konumuz yönünden bir özetleme yaparsak önem kazanan noktalar üzerinde durmamız gerekir. Bunların ilk gülme eyleminin, bilinçaltındaki baskıların kaldırılmasını sağlamaktır: Demek ki, kişi neyin baskısını duyuyorsa ona gülmektedir. İkincisi, gülme özgürlüğünün kısıtlanmasına karşı bir başkaldırıyı, hatta bir öç duygusunu getirir. Üçüncüsü, mizah gülmeyi ateşleyip, baskıların döllediği bir olgudur, öyleyse mizah oranı baskıların oranı ile ilintilidir.

Şimdi bu önemli saydığımız noktaları dikkate alarak tuluat sahnemizi kısaca ele alabiliriz. 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan tulûat sahnemizde seyircilerin kaba sözlere, küfürlere ve açık saçık hareketlere güldüğünü biliyoruz. Aydın çevrelerinin tulûatı küçümsemelerinin bir nedeni de budur. O dönemde, toplumun ahlak anlayışı bugünkünden daha dar ve kısıtlı bir durumdaydı. Üstelik, o dönemin halkı siyasal baskıyı duymalarına karşın, bunları açıkça belirtemeyecek bir yasaklama içindeydiler. Onun için de ahlak alanındaki baskıya karşı başkaldırıya geçebiliyorlardı. Birçok insansal duygunun yasaklandığı, aşk sözcüğünün bile ayıp sayıldığı ve örtünmenin ahlak sanıldığı bir çevre içinde tulûat sanatçısının açık saçık sözleri ve hareketleri, baskıyı bir dereceye kadar kaldıran bir rahatlama aracı oluyordu. Tulûat sanatçılarının bir takım ilkel sözler ve kalın çizgili hareketlerle seyircileri kendilerine çekmeleri o dönem için elbette anlaşılır bir şeydi.

Tulûat sahnesinin ortaya çıkışından yüzyıl kadar sonra, Türk toplumu oldukça büyük bir değişiklik geçirdi ve son on beş yıldır da çok hızlı bir gelişim içine girdi. Elbette bugün de hâlâ dar ve kısıtlı ahlak kuralları toplumumuzda vardır; ancak bunlar (eski anlayışı yansıtanlar yanısıra) nitelik yönünden değişiktir. Bugünün seyircisi çoğu kez yüz yıl öncekinden daha başka baskılar duymaktadırlar. Dikkat edilirse dünyanın en geniş kapsamlı bu siyasal uyanış çağı içinde, seyirci de en çok siyasal mizaha gülmekte ve ondan etkilenmektedir. Karikatür tarihine bir göz atacak olursak, yüz yıl öncesi ile bugünkü gelişmeyi sezmemiz hiç zor değildir.

Mizahın en ekonomik ve zor dallarından biri olan karikatür sanatının bu kadar gelişmesine karşılık, tulûat sanatçılarımız ne kadar değişmiş, tulûat sahnemiz nerelere gelebilmiştir? Böyle bir soru karşısında tulûat tiyatromuzun iyi bir not alacağı kanısında değilim. Kendilerine “halk sanatçısı” diyen ve tulûat sahnesinin temsilcileri olarak bugün perde açıp kapayan topluluklardan kaçı çağdaş gelişimi yapılarında götürmektedirler? Günümüz tulûat sanatçılarının kaçı çağdaş gelişimi ve toplumsal değişimi göz önüne alabilmektedirler? Bunun yanıtı bugün temsiller vermekte olan sahnelerdedir. Tulûat sahnesini geliştirmek için ne gibi deneyler yapılmaktadır. Daha doğrusu yapılmakta mıdır? Doğal olarak halka en yakın yerde olan tulûat tiyatroları Türk halkının ihtiyacını, bugünkü özelliklerini ve içinde yaşadıkları koşulları enine boyuna irdelemişler midir? Yoksa araziye uyup kendilerini silmişler midir? Doğal yeteneğine güvenen bir iki sanatçının kişiliği ile tulûat sanatının kalkınacağı düşüncesi mi geçerlidir?

Soruların sayısı artırılabilir; soruların sayısı arttıkça da tulûat sanatının öyle tek kişinin doğal yeteneği ile gelişemeyeceği ve en önemlisi halka hiçbir yarar sağlayamayacağı gerçeği de o oranda su yüzüne çıkar.

Az önce gülme eylemi konusunda saydığımız önemli noktaların dördüncüsü mizahın bir yeniden yaratış, bir sanatsal ürün olduğu gerçeğidir. Tulûat sanatında bir de buna oyuncunun tekniği ve esnekliği eklenir. Karikatürde iki çizgiyle anlamlandırılan düşünce tulûat sahnesinde yalnızca sözlerle değil, onları tamamlayan oyuncuların birlikte hareket etmeleri ve birbirlerini bütünlemeleriyle varolur. Kavuklu Hamdi, Küçük İsmail, Agâh, Kel Hasan, Kör Mehmet, Abdürrezzak ve daha birçokları gibi geçmişin büyük ustaları okulsuz da olsalar, o dönem için değerli sanatçılardı. Ama o kendi dönemlerinin büyük ustaları bugün de sahneye çıkabilselerdi halkımızı acaba ne dereceye kadar etkileyebileceklerdi? Eğer insanın geliştiğine, toplumların değiştiğine, teknolojinin hep ileriye gittiğine inanıyorsak, bugünün tulûat sanatçılarından da daha ileri bir aşama beklemek hakkımızdır. Bugünün tulûat sanatçısının varlığı, söz gelimi Naşit’i taklit etmekle değil, o büyük Naşit’i aşabilmek için çaba göstermekle gerçeklik kazanabilir.

Tiyatronun kendine özgü kuralları içinde mizah, tiyatroda tek kişinin çabasına değil bir topluluğun, kollektif çalışmanın uyumlu başarısına bağlıdır.

Öyleyse, bir halk sanatı olarak geliştirilmesi zorunlu olan tulûat sahnesinden ne bekliyoruz?
Her şeyden önce tulûat sanatçılarının çevrelerinde olup bitene, dünyadaki insan ve toplum ilişkilerine, siyasal gelişmelere karşı duyarlı olması gerekir. Bu duyarlık kültür birikimi ile çağdaş gelişmenin sentezi olarak bilinç aşamasına varmalıdır. Bundan başka tulûat sanatçısı, tekniğini, içinde yaşadığı halkın özelliklerini gözden yitirmeden ve çağdaş oyunculuk yöntemlerini bir kenara itmeden ortaya çıkarmalıdır. Ayrıca tulûat sahnesinin bir çadır tiyatrosu olmadığını, tulûat tiyatrosunun da kendine özgü sanatsal kuralları ve bütünlüğü olduğunu sanatçı dikkatinden kaçırmamalıdır. Eğer tulûat tiyatrosunun ciddiliğini inanıyorsak, bu işin ciddilikle yapılması ve topluma yararlı olabilecek niteliklerin elde edilmesi gerekir. Artık teneke yuvarlayıp göz süzmeyle tulûat olmuyor. “Boş vermişim dünyaya” düşüncesinde yatan yozlaşma, kaçış ve karamsarlık, tiyatro gibi büyük etkinliği olan bir yaşam sanatında görülmemelidir; çünkü boşvermişliğin ne yanından bakarsak bakalım, zavallılığı ve çaresizliği içinde insanoğluna hiçbir yararı yoktur; üstelik insanları manen uyuşturduğundan, onları farkında olmadan öldürdüğünden, bir toplum için en tehlikeli zehirdir.

Özdemir Nutku Milliyet Sanat Dergisi No:118 Yıl:1975

MAKALELER SAYFASINA GERİ DÖN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir