Yolculuk Dergisi ropörtajı

Yolculuk dergisi
Yolculuk Dergisi- Ekim 2008

Ramazan Bayramı deyince birbiri ardına pek çok kelime sıralayabiliriz.; şeker, harçlık, orta oyunu, kantolar ve tabii Karagöz’le Hacıvat. Renkli kıyafetleri, değişik şiveleri, muziplikleri, kavgaları ve hicivleriyle hem güldürün hem eleştiren Karagöz’le Hacıvat’ın günümüzde sayılı ustalarından Emin Şenyer’le tarihin bu en eski sanatlarından birini konuştuk.

Emin Şenyer, 2001 de Avusturya’da yapılan Kukla festivaline, Türkiye’yi temsilen davet edilmiş, 2004 yılında Berlin Türk Günü’nde, 2006 İsviçre 23 Nisan şenliklerinde ve 2007’de Hollanda’nın Utrecht şehrinde düzenlenen Multifestijn’de Karagöz oynatmış, 2005 Patras (Yunanistan) Gölge Oyunları Festivali’ne Türkiye adına katılmış. Bu yıl ise Avrupa’nın en önemli medya müzesi olan ZKM (Karlsruhe – Almanya), Walldorf Türk Günü Şenlikleri, Stuttgart 23 Nisan İnternationel Kinderfest ve Ludwigshafen Theater im Pfalzbau – Türk Tiyatro Haftası kapsamında karagöz oynatmış. Almanya’da Opernhaus opera grubunun daveti üzerine Mozart’ın Saraydan Kız kaçırma operasını özet olarak gölge oyunu tekniği ile oynatmış ve bu oyun filme alınarak 2004 yılı yaz ayları boyunca dünyaca ünlü Goethe Tiyatrosu’nda opera başlamadan önce uvertur müziği eşliğinde seyircilere gösterilmiş. Bu tasvirler 2004 yılı yaz ayları boyunca Goethe Tiyatrosu’nda ve daha sonra Mittelrhein Museum Koblenz’de açılan Die Turken Kommen – Kaçın Türkler geliyor adlı sergide sergilenmiş. Portekiz Kukla Müzesi tarafından yirmi parçalık, Almanya Rautenstrauch-Joest-Museum tarafından ise altı parçalık Karagöz figürleri koleksiyonu satın alınmış ve hâlen bu müzelerde sergileniyor. Hayâlî saraç Emin mahlasını taşıyan Emin Şenyer, Karagöz’le hacıvat hakkındaki efsaneleri ve bu sanatın inceliklerini anlattı. İşte vazgeçilmez bir Ramazan efsanesi.

Karagöz ve Hacıvat’ın ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli söylentiler var. Bu konuda siz neler söyleyebilirsiniz?
Karagöz hacıvat hakkında genellikle toplum tarafından bilinen hikaye; Karagöz’le hacıvat’ın Sultan Orhan döneminde Bursa‘daki Ulu Cami’nin yapımı esnasında Karagöz’ün demirci, Hacıvat’ın duvarcı ustası olarak çalıştığı şeklinde. Sürekli şakalaşmalarından dolayı inşaat yavaş ilerlemiş, padişah birini astırmış, diğeri hacca giderken yolda ölmüş gibi söylentiler var ama gerçeklikle hiçbir alakası yoktur. Çünkü yaşadıklarına dair ortada hiçbir kanıt yok. Karagöz Hacıvat’ın nasıl ortaya çıktığını hiç kimse bilmiyor. Türk tiyatrosu konusunda en yetkin insan olarak bilinen Prof. Metin And’a göre; 1517 yılında Yavuz Sultan Selim Mısır’a sefere gitmiş, orada Memluk sultanı Tumanbay’ı astırmış. Fakat asılırken ip üç defa kopmuş, ancak dördüncüde asabilmişler. Bu olayı, bir sanatçı gölge oyunu perdesinde göstermiş. Yavuz Sultan Selim bu oyunu çok beğenmiş. Oğlu Kanuni Sultan Süleyman da bunu görsün diye birkaç gölge oyunu sanatçısını İstanbul’a getirmiş. Böylece gölge oyunu İstanbul’da yayılmış ve gelen Mısırlı sanatçılar Mısır’a geri döndüklerinde oyunu Türkçe olarak oynatmaya başlamışlar. Bu sav bence pek mantıklı değil. Bazı araştırmacılar da yaklaşık beş yüz yıl önce İspanya’dan Osmanlı’ya göçen Yahudiler yoluyla geldiğini söylerler. Bazıları, Hindistan’dan batıya göç eden çingeneler yoluyla geldiğini söyler ama bunların hiçbir dayanağı yoktur.

Size göre mantıklı olan sav nedir?
Karagöz ve Hacıvat’ın giysilerine baktığınız zaman bunların Sultan Orhan devriyle alakası olmadığını görüyoruz. “Serpuş” ve “Işkırlak” dediğimiz şapkalar, “Baldırı çıplak” tarzı etekler Osmanlı’da yok. Bunlar, bugün orta Anadolu’da ortaya çıkan Hitit ve Frig kabartmalarında var. Mesela Yazılıkaya’daki duvar kabartmalarındaki tiplemelerin aynısıdır.

O zaman tahmin ettiğimizden çok daha eski?..
Kesinlikle. Karagöz’ün sol eli yumruk halinde çene altında, sağ el hareketli duruş şekli normal bir duruşa uymuyor, kimse böyle durmaz. Veya kimse Hacıvat gibi ellerini yumruk halinde çenesinin altında tutmaz. Yaşlı bir ustamıza bunun nedenini sormuştum. Bana, Padişah Karagöz’ü astırdıktan sonra Hacıvat’ın “Dilerim taş taş üstünde kalmasın” dediğini, bu duruşun onu temsil ettiğini söylemişti. Ama bence bunu derken bir ilenme, beddua vardır, kimse bunu derken elini yumruk halinde çene altında tutmaz. Ama Hitit kabartmalarına baktığımızda bunun bir anlamı var. Hitit uzmanlarıyla da görüştüm ben, bu duruşun tanrıların karşısındaki duruş şekli olduğunu öğrendim. Nasıl namaz kılarken belli duruşlarımız var, bu da Hititlerde bir ibadet şekli. Din zaten toplumların hayatında belirleyici bir unsur. O dönemde de insanlar ibadet ederkenki duruşlarını duvara işlemişler. Duvara kendisi için en önemli olan şeyi, yani dini işlemişler.

Erken dönem Orta Asya’daki Türk sanatçılarına baktığımız zaman, Türklerin göçebe bir toplum olduklarından dericilikle haşır neşir olduklarını görüyoruz. Deri, çok önemli onlar için; hayvancılık hem yiyecek, hem süt hem de giyecek demek. Orta Asya’da çıkarılan mezarlarda çok fazla deri ortaya çıkarılmıştır. Karagöz hacıvat değil ama birbirlerine eklemeli, hareketli figürler ortaya çıkarılmıştır. Gölge oyunu, Orta Asya ülkelerine özgü bir şeydir. Türkler Orta Asya’dan gelirken zaten gölge oyunu tekniğini biliyorlardı ama Anadolu’ya gelince daha önce Anadolu’da yaşamış olan toplumların kültürel birikimleriyle bu tekniği birleştirerek karagöz hacıvat’ı ortaya çıkarmışlardır.

Bu düşünce kime ait?
Bu, bundan birkaç yıl önce yitirdiğimiz Ekrem Akurgal hocanın teziydi. Ben kendisiyle görüşme imkanı bulamadım ama eşiyle ve öğrencisiyle görüştüm. Hocanın böyle düşündüğünü söylediler ama bununla ilgili herhangi bir yazı yazmamış. Ama düşündüğümüzde en mantıklı açıklama bence bu.

Karagöz oyunundaki metaforlardan bahseder misiniz?
Oradaki figürler, dünyadaki insanlar gibi kendilerine verilen görevleri yapıyorlar ve görevleri bittiği zaman çekiliyorlar, yine varlar ama görünmüyorlar. Perde dünyaya, yaşama benzetilir, arkadan vuran ışık ruh, tasvirler de insanlar anlamına geliyor. Işık yandığında, yani ruh verildiğinde kuklalar, yani insanlar perdede, yani dünyada kendilerine biçilen rolleri oynarlar. Işık söndüğü zaman, yani ruh çekildiğinde ölüm gerçekleşir, hâla vardırlar ama artık görünür olmaktan görünmez olmaya geçmişlerdir.

Rolleri oynatan da tanrı mı oluyor?
Bu konuyla ilgili o dönem fetva istenmiş, hayâliye ilahlık atfediliyor diye ilginç bir düşünce oluşmuş; ilahlığın başka bir şey olduğu, tasvirlerin zaten insan olmadığı söylenmiş. “İnsan olmadıkları için de oynatan ilah olamaz” denmiş. “Bunlarda kocaman delikler var, üstünde bu kadar delik olan insan yaşayamaz” şeklinde bir mantıkla fetva verilmiş.

Karagöz’ün bunca sene yaşamış olmasını neye bağlıyorsunuz?
Günümüzden yüzlerce yıl öncesine baktığımızda, Karagöz’ün popüler bir sanat olduğunu görüyoruz. İnsanların gidebileceği başka bir yer yok, toplumun tek eğlencesi. İsteseler de öldüremezlerdi. Şimdi biri televizyonu yok edebilir mi? Mümkün değil. Karagöz de böyleymiş. İnsanların hayatında çok önemli bir işlevi var. Tanzimat döneminde siyasi eleştiriler yapılırmış. Karagözcüler ahilik geleneğine göre bir loncaya bağlılarmış. Düşünün ki İstanbul’da günde üç yüz karagöz perdesi kurulurmuş. Karagözcülerin bugün Beyazıt’ta halen var olan Simkeşhane Çarşısında (Şimdi İslam Eserleri Müzesi) bir yeri varmış. O gün ne oynatacaklarını konuşurlarmış. Bir anda üç yüz perdede aynı konu farklı üsluplarla eleştirilirmiş. Bugünkü gazete, dergi gibi kamuoyu oluşturan çok önemli bir ortammış. Zaman zaman bu eleştiriler ağır bulunmuş ve Tanzimat döneminde Karagöz oyunları yasaklanmış. Daha sonra da metinleri kontrol etme şartıyla izin verilmiş. Belki de Osmanlı’daki ilk sansür uygulaması budur. O zamana kadar doğaçlama oynanan Karagöz oyunları, batı kültürünün de etkisiyle ve sansür nedeniyle, yazılı metne bağlı olarak oynatılmaya başlanmış. Suya sabuna bulaşmayan kaba saba bir oyuna dönüştürülmüş.

Ondan sonra mı popülaritesini yitirdi?
Evet, hem bu nedenle hem de teknolojik gelişmeler, kitaplar, dergiler, gazetelerin yaygınlaşması nedeniyle can çekişir duruma gelmiş. 50 – 60 yıl önce oynatılan oyunları oynatmışlar. Güncelleştirilmediği için insanların ilgisini çekmez olmuş. Bir sanat eserinin, o çağda yaşayan insanların beklentilerine uygun olması gerekir. Eğer beklentiyi karşılamazsa ölür gider. Dünyanın her yerinde böyledir. Yeni yetişen nesil olarak Karagöz oyununu elimizden geldiği kadar güncel hale getirmeye çalışıyoruz.

Önceden oyunu çalışıyor musunuz?
Tabii oyunun genel bir akışı var ama o akışı noktasına virgülüne kadar ezberlemiyoruz, ezbere karagöz oynatan insan karagöz’e zarar verir. Karagöz sanatı asla durağan değildir, dinamiktir. Seyirciye göre değişir.

Belli kalıplar var mı?
Kalıpları vardır, perdeye göstermelik konulur, bu değişmez bir kuraldır. “Nareke” dediğimiz bir düdük vardır. Hacıvat şarkı söyleyerek gelir. Sonra perde gazeli dediğimiz gazeli okur, Karagöz’ü çağırmaya başlar, “Ah bana bir eğlence..” diyerek. Karagöz atlar, bağırır çağırır, kavga ederler. Bunlar kalıptır, değişmemesi gerekir. Ama içeriğin değişmesi, şarkıların güncellenmesi gerekir. Karagöz oyununun bütün tiplemeleri şarkı eşliğinde gelir. Mesela zenne gelir, eski bir şarkıyı herkes bilmeyebilir ama Üsküdar’a gider iken’i herkes bilir. Orada işlenen oyunun ve şarkıların insanların hayatında yeri olması lazım.

Siz Karagöz oynatmaya nasıl başladınız, Hayâlî eğitimi nasıl alınır?
Önce hobi olarak başladım. Sonra bir vakfın düzenlediği bir kursa gittim ama orada bir şey öğrenemedim. Sonradan benim ustam olan Metin Özlen Bey ile tanıştım. Kendisi 1976 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Türkiye’nin en iyi Karagöz ustası seçilmiştir. Ustam beni yanına “yardak” olarak aldı. Hayâlî’nin yardımcısına “Yardak” denir. Ben uzun yıllar ustama yardaklık yaparak, onunla oyunlara gittim, onun yanında öğrendim.

Ustanız Hayâlî olduğunuzu nasıl ilan etti?
Bir gün ustamla, Muhsin Ertuğrul sahnesinde, TRT2’nin gölge oyunları ile ilgili bir belgeseli için röportaj yapılıyordu. Kimseyi yetiştirdiniz mi diye soruldu, “Emin Bey’i yetiştirdim, onu Hayâlî ilan ediyorum. Deriyi çok güzel işler, çok güzel tasvirler yapar. Eskiden deriyi güzel işleyenlere saraç denilirdi. Ben de ona Hayâlî saraç Emin mahlâsını veriyorum” dedi. Ben o tarihten bu yana profesyonel olarak devam ettim.

Tasvirlerin nasıl yapıldığını anlatır mısınız, boyaları nasıl elde ediyorsunuz?
Kalıplarımız var kağıt üzerinde, derinin üzerine koyuyoruz, çizip kesip boyadıktan sonra tasvir haline getiriyoruz. Deriyi bir tabakhanede yapıyorlar. Karagöz için yarı şeffaf özel bir deri üretiliyor. Ama tabii yeterli değil. Boyalar kök boyadır, bitkilerden ve madenlerden yararlanarak yapılır. Ben de boyalarımı kendim yapıyorum, kara dut suyu, papatya, safran gibi boya veren bitkilerden yararlanıyorum.Elimize ne geçerse deniyoruz tabii. Gliserin, Bakır Sülfat, Demir Oksit gibi şeyler de katılması gerekiyor bazen. Kök boya işi başlı başına bir uzmanlık. Bazı hazır boyalar da mevcut, Ecoline boyalar kullananlar da var. Bu deride tutuyor ama ben kök boya kullanıyorum. Önceden, arkada şimdiki gibi elektrik yanmazmış, bir meşale ışığı yanarmış. Ve bu ışık, tasvirleri zaman içinde pişirerek daha hoş bir almalarına neden olurmuş. Benim düşüncem şu, ben teknik olarak klasik, içerik olarak güncel karagöz oynatılmasından yanayım. Peş tahtası ve hayal ağacı diye bir şey var, eski karagözcülerin kullandığı bir düzenektir. Birden fazla tasviri perdede bir arada tutmaya yarıyor. Şimdilerde pek kullanılmıyor. Benim perdemde o düzenek vardır.

Kıyafetlerdeki renklerin anlamı nedir?
Karagöz ve Hacıvat’ın kıyafetlerindeki renkler değişmez ama diğerlerinin renkleri değişebilir. Karagöz ve Hacıvat’ın renklerinin değişmemesinin söylentiye göre nedenleri şunlardır; Hacıvat’ın adı Hacı İvat’mış, Karagöz’ün de çingene olduğu söylenir. Kırmızı çingene ile, yeşil ise hacılıkla özdeşleştirilir.

Yolculuk Dergisi Ekim 2008 Sayı: 52
Röportajı yapan; Berna Çetin Akgün

BASINDAN SAYFASINA GERİ DÖN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir