Tag Archives: Karagöz ve Hacıvat Oyunlarının Tarihçesi

Karagöz ve Hacıvat Oyunlarının Tarihçesi

Karagöz Kuklaları

Ferhat ile Şirin oyununda Şirin'in köşkü - Emin Şenyer yapımı
Sirin’in Köşkü Emin Şenyer yapımı

Konuya başlamadan önce “gölge oyunu” terimini açıklamak gerekir. Deriden yapılan tasvirlere arkadan ışık vurmasıyla beyaz perdede görüntüler belirir. Eğer tasvirler şeffaf ise perdedeki görüntü tasvirin gölgesi değil kendisidir, eğer tasvir şeffaf değil ise perdedeki görüntü gölgedir. “Türk Gölge Oyunu Karagöz” tekniğinde yapılan tasvirler özel olarak yarı şeffaf olarak tabaklanmış derilerden yapılır ve şeffaf boyalarla boyanır. Tasvir perdede durduğu sırada arkadan ışık verildiğinde tüm renkleri ile tasvirin kendisini görürüz, bilindiği gibi gölgenin rengi olmaz, biz perdedeki tasviri renkli olarak gördüğümüze göre tasvirin gölgesini değil kendisini görmüş oluruz.
Gölge oyunu tekniği Güneydoğu Asya ülkelerinde çok yaygındır, bazı ülkelerde yapılan tasvirler şeffaf değildir, bu yüzden onlarda görünen görüntü tasvirin gölgesidir ama Türk Gölge Oyunu Karagöz tekniğinde “Gölge Oyunu” terimi durumu tam olarak doğru açıklayamamaktadır. Ancak yüzyıllardan beridir “gölge oyunu” tanımı kullanıldığı için bu yazıda da aynı tanım kullanılacaktır.
Gölge oyunu tekniğinin Güneydoğu Asya ülkelerinden çıktığı konusunda tüm otoriteler hemfikirdir, bazı araştırmacılar camın henüz icat edilmediği devirlerde Çin’de pencerelere kağıt yapıştırıldığı için geceleri evin içinde ışık yandığında pencerelere vuran gölgelerin o zamanki sanatçılara ilham verdiğini yazarlar.(1)
İkinci görüşe istinaden Dr. Jakop, Çin gölgeleri, yani hayal ilk defa milattan evvel 121 tarihinde Vu adındaki Çin imparatoru zamanında ortaya çıkmıştır. İmparator Vu’ya ölen eşinin hasretini gidermek için bir oyuncu, bir perde arkasında onun hayalini göstermiştir yazar.(2) Bunların haricinde Hindistan veya Cava adasından çıktığı görüşleri de vardır(3)

Sonuç olarak Çin, Hindistan veya Cava adası hep aynı bölgede olan yerler, dolayısıyla “Gölge Oyunu” tekniğinin Güneydoğu Asya ülkelerinden çıktığı genel kabul gören bir görüştür. Zaman içinde Asya’da yayılan gölge oyunu Türk göçleriyle batıya doğru yayılmıştır. “Şurası muhakkaktır ki, gölge oyunları Çin ve Orta Asya’dan Türkler vasıtası ile önce yakın doğuya, daha sonra da Mısır’a ve Balkanlara getirilmiştir.”(4)

Gölge oyunu tekniğinin Türk toplumunda nasıl ortaya çıktığı ve Karagöz olarak biçimlendiği hakkında çok değişik görüşler vardır. Bu görüşleri sırasıyla inceleyelim.

Karagöz oyunlarının ortaya çıkışı hakkında en yaygın olarak bilinen bilgi Bursa’da Sultan Orhan döneminde Ulu Camii’nin yapımı esnasında Karagöz’ün demirci ustası, Hacıvat’ın ise duvarcı ustası olarak çalışırken yaptıkları şakalara diğer işçilerin gülmeleri yüzünden inşaatın yavaş ilerlemesi, bu yüzden de padişahın bu iki kişiyi cezalandırarak idam ettirmesi söylentisidir. Daha sonra yaptığı işten pişman olan padişahı avutmak için Şeyh Küşterî’nin başından da sarığını çıkarıp gererek, ayağından çıkardığı çarıkları ile bu ikilinin şakalarını canlandırdığı söylenir. Bu düşüncenin toplumumuzda çok yaygın olmasının nedeni Karagöz oyunlarının bu şekilde ortaya çıktığı yolunda okullarda öğrencilere verilen bilgidir. Bu bilginin dayanağı ise Bursa’da Çekirge yolunda bulunan bir kitâbedir, bu kitâbe hakkında Selim Nüzhet Gerçek’in yazdıkları çok dikkat çekicidir; “Hazır Bursa’da iken Karagöz’ün kabrinden de bahsedelim. Eskiden beri Bursa’da halk arasında Karagöz’ün kabrinin Çekirgeye giden yok üzerindeki mezaristanda olduğu rivayeti mevcut imiş. Hayâlî Mustafa Tevfik Efendi isminde bir zat ve Bahri dergâhı şeyhi bu rivayetten başka ellerinde hiçbir delil olmadığı halde 1892 (H. 1310) tarihlerinde Karagöz namına bir taş dikmeye teşebbüs etmişler ve teşebbüslerinde muvaffak olmuşlardır.”(5) Bursa’da halk arasında yaygın olan Karagöz’ün mezarının Bursa’da olduğu söylentisi üzerine iki kişi bir mezar taşı dikerek burası Karagöz’ün mezarı demişlerdir.

Sultan Orhan 1362 yılında vefat etmiştir. Ulu Camii ise 1399 yılında bitirilmiştir. Arada 37 yıl vardır. Son zamanlarda bazı araştırmacılar “Ulu Cami” yerine “Bir Cami” ifadesini kullanarak bu yanlışı tevil etmeye çalışmaktadırlar.

Karagöz ve Hacıvat’ın Bursa’da Ulu Cami inşaatında çalıştıklarına dair elimizde hiçbir bilgi yoktur. Karagöz’ün mezarı olarak ifade edilen yerin ise iki işgüzarın elinde hiçbir kanıt olmadığı halde 1892 yılında diktiği bir mezar taşından dolayı öyle bilindiği anlaşılmaktadır.

Evliya Çelebi seyahatnamede “Taklitçi oyuncuları bildirir” başlığı altında Yıldırım Beyazıt dönemi gölge oyuncusu Kör Hasanzâde Mehmet Çelebi’nin ne kadar usta bir gölge oyuncusu olduğundan bahseder ve hemen akabinde Karagöz ve Hacıvat’tan bahseder. “Karagöz ve Hacivad ki Bursalı Hacı Ivaz’dır: Selçuklular zamanında Yorukça Halil isimli Resûlullah’m ulağı idi ki 77 sene Mekke’den Bursa’ya gidip gelirdi. Ataları Efelioğulları adıyla meşhur olmuştu. Zağar köpekleriyle meşhurlardır ki hâlâ halk dilinde “Efelioğlu zağarı gibi neylersin” diye deyim olmuştur. Münasip hikâye: Bu Efelioğlu Mekke’den Bursa’ya gelirken Mekke ile Medine arasında Arap eşkıyası Efelioğlu Yorukça Halil Hacivâd’ı şehit edip Bedr-i Huneyn’de gömerler. Efelioğlu köpeği bu katil Arapların yanında kalır. Bu Araplar Şam’a gelip çarşı ve pazarda gezerken hemen köpek bir kere bu Arapları kudurmuş köpek gibi dalamağa başlayıp bir dahi başka adamların ayağına yüzünü sürüp yuvarlanıp hâl dili ile sızlanıp yine Arapları hır hır dalar ve üzerlerine hamle edip salar. Bütün halk görseler ki Efelioğlu zağarıdır, “Bre canım nerede Efelioğlu? Bunda bir hâl vardır, tutun şu Arapları” deyip hâkime götürürler, handa odalarını basıp Efelioğlu’nun su kabı, sapanı, baltası, kanturası, zilleri, kanlı esvapları ve Bursa’ya götüreceği bütün mektupları çıkınca bütün Arapları Sinaniye Çarşısı’nda sıra ile asarlar. Gerçek garip köpek, asılmış Arapların altına varıp bu kere sert bir âh çekip canını feda edip ruhu ashâb-ı kelbe gider. Hacivad böyle bir haberci, nedim ve yârândan Resûl’ün peyki idi.
Karagöz İstanbul tekfuru Keştantı peyki idi. Edirne yakınında Kırkkilise’den bir söz ustası cihan ayyârı Çingene adamı idi. Sofyüzlü Karagöz Balı Çelebi derlerdi. Tekfur Keştanti bu Karagöz’ü yılda bir kere Alâeddin Selçuk’a gönderince Hacivad ile Karagözün birbirleriyle konuşma ve çekişmelerine o zamanın oyuncuları gölge oyununa koyup taklit ile oynatırlar idi, ama anılan Kör Hasanoğlu, Hacivad’ı Karagöz’ü akşamdan uzun gece boyunca [211b] tâ sabaha dek on beş saat iki resmi oynatıp çeşit çeşit taklitler edip bir ettiği şakayı o gece bir daha etmek ihtimali yok idi. Tâ bu mertebe Ebülmeâlî derecesinde söz babası idi.”(6)

Evliya Çelebi 1611 – 1682 yılları arasında yaşamıştır, Yıldırım Beyazıt 1389 – 1402 yılları arasında hükümdarlık yapmıştır. Dolayısıyla Evliya Çelebi kendisinden yaklaşık 250 yıl önce olmuş olayları herhangi bir kanıt göstermeden anlatmaktadır. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi “Seyahatnâme” maddesinde yer alan şu ifadeler dikkat çekicidir; “İkinci olarak ise 1075’te (1664-65) Viyana’da bulunduğu sırada Alman kralından izin belgesi (papinta) aldığını ve Almanya, İsveç, Danimarka, Hollanda ve Fransa’ya gittiğini söyler (VII, vr. 73a-b). VI ve VII. ciltlerde yer verdiği bu seyahatinin üç yıl sürdüğünü belirtir (VII, vr. 181b). Fakat bir iki yerleşim yeri hakkında klişe bilgiler, halk ve kralları hakkında da genel bilgiler vererek çok kısa olarak anlattığı bu seyahatleri planlamakla birlikte gerçekleştirememiş olduğu anlaşılmaktadır.”(7)

Edebiyat tarihçisi Tahir Alangu Karagöz oyunlarında Çingene kültürüne ait bazı nesnelerin bulunması bazı klasik oyunlarda Çingenece kelimeler bulunması ve Karagöz oyunlarının yaygınlaşma dönemi ile Hindistan’dan göç eden Çingenelerin Türkiye’ye yayılmalarının hemen hemen aynı tarihlere denk gelmesi nedeniyle Karagöz sanatının Hindistan’dan göç eden Çingeneler yoluyla geldiğini söyler ancak bunun için ortaya bir kanıt koyamaz. Ayrıca Hint gölge oyununda sopalar bizde olduğu gibi karşıdan değil alttan yukarı doğru takılır.

Alman araştırmacı Hermann Reich Karagöz’ün bir Türk buluşu olduğunu ancak Bizans sanatı olan Mimus’tan etkilendiğini yazar, buna kanıt olarak hem tiplemelerdeki hem de oyun metinlerindeki benzerlikleri ortaya koyar. “Manual Paleologos, Türk Padişahı Sultan Beyazıt’ın sarayına elçi olarak gelince orada birçok Hellen Mimus oyuncularıyla karşılaşmıştır. Bunlar Türkçe konuşmayı öğrenince mimus da Karagöz olmuştur”(8) yazar. Bunlar yazarın kendi düşünceleridir, ortaya somut bir kanıt koyamamaktadır.

 Arap tarihi ve edebiyatı uzmanı Philip Khuri Hitti Karagöz sanatının Mısır’dan Bizans’a geçtiğini ve burada Karagöz olarak biçimlendiğini yazar. “Böylece Batı Asya ve Mısır üzerinden olmak üzere bu gölge oyunları Bizans İmparatorluğunun baş şehri Konstantinopol’a sıçramış ve daha sonra bu oyunların en başta gelen karakteri Karagöz olarak gelişmiştir; buradan olmak üzeredir ki aynı seyir oyunu Doğu Avrupa’ya doğru yoluna devam etmiştir. Osmanlılar devrinde görülen “Türk Kukla Tiyatrosu”ndaki bir takım unsurların Binbir Gece Masalları’ndan alınma şeyler olduğu söylenebilir. Osmanlı Türkleri arasında gelişen bu Karagöz’ün ise Charlie Chaplin (Şarlo) adlı meşhur artist başta olmak üzere modern batılı sahne sanatkarlarının oynadığı “tip”e tesir etmiş olduğu ihtimalinden rahatlıkla bahsolunabilir.”(9)
Philip Khuri Hitti de herhangi bir kanıt ortaya koymadan kendi düşüncesini yazmıştır.

Bazı araştırmacılar Fransız gezgin Jean Thevenot’un anılarından yola çıkarak gölge oyununun İspanya’dan göç eden Yahudiler yoluyla gelmiş olabileceğinden bahsederler. “1655 – 1656’da Türkiye” ismiyle yazılan kitabın 95. Sayfasında “KUKLALAR” başlığı altındaki kısa bir bölümde yazar İstanbul’da seyrettiği Karagöz oyunlarını oynatanların Yahudi olduklarını yazar.
“KUKLALAR
Kuklaları, onların eğlenceleri arasında sayabilirim: çünkü, Türkler resim yapmamalarına rağmen kukla yapımına devam ettiler, kukla her zaman ve her yerde oynatılmaz, fakat özel yerlerde, bilhassa Ramazan geceleri kahvehaneden kahvehaneye giderek ve oralarda gerekli para verildiği takdirde oynatırlar. Kukla oynatanlar genellikle Yahudilerdir, başkalarının bu işi yaptıklarını görmedim; onlar bunu Fransa’daki gibi oynatmazlar, önlerine bir halı gererek bir odanın köşesinde yer alırlar ve bu halının üstünde yaklaşık iki ayak civarında beyaz bezden bir parça ile kapatılmış olan yuvarlak bir girinti veya kare şeklinde bir pencere vardır, arkasında çok sayıda mum yanar ve bu bezin üzerinde ellerin gölgesi ile birçok hayvan şekli gösterildikten sonra, bu bezin arkasında büyük bir maharetle kımıldatılan küçük şekiller oynamağa başlar; bu benim fikrimce bizimkilerden daha iyi bir oyun tarzıdır ve bu sırada Türkçe ve Farsça birçok güzel şarkı söylerler, fakat konu düzensiz ve müstehcenlik ile doludur ve bu hoşa gitmektedir. Bir keresinde bir dönmenin evinde bulundum, bana yemek verdikten sonra bir kukla gösterisi yaptı. Bağlı olduğu kimse Kandiye’de Türk ordusunun kumandanı Hüseyin Paşa’nın yanında bulunuyordu. Bu beyin hanımı biraz kuklalar ile eğlenmek isteyerek bizim bulunduğumuz salona bakan odanın kapısı önüne bir halı gerdirdi. Bu hanım, üç saatten fazla bir zamanın geçmesine rağmen oyun bitmeden buradan ayrılmadı, çünkü onlar istedikleri kadar bunu sürdürebilirlerdi ve kuklalar arasında esas şahıs olan Karagöz’e yaptırılan edepsizlikleri seyretmekten utanmadığına hayret ettim.”(10)
Bu kısa yazıda Karagöz oynatan kişilerin Yahudi olduklarını yazıyor ancak bundan gölge oyunu sanatının İspanya’dan göç eden Yahudiler yoluyla geldiği sonucunu çıkarmak fazlasıyla zorlama bir yorum olur.

Geleneksel Türk Tiyatrosu konusunda hiç kuşkusuz ki en yetkin insanlardan biri olarak kabul edilen Prof. Metin And 1975 yılında Tokyo’da yapılan “Uluslararası Asya Gölge Oyunları Semineri”ne davet edilmiş ve burada elde ettiği bilgilerle çok değerli bir kaynak olan “Dünyada ve Bizde Gölge Oyunu” kitabını yazmıştır. Daha çok Alman Türkolog George Jacob’un “Geschichte des Schattentheaters” adlı kitabı ile George Jacob’un ardılı olan Paul Kahle’nin “Islamische Schattenspielfiguren aus Agypten” adlı kitabına atıfta bulunarak gölge oyunu tekniğinin Memlûk Sultanlığından Osmanlı’ya geldiğini yazar. George Jacob ve Paul Kalhe Memlûk Sultanlığı dönemi tarihçilerinden İbn İyas’ın yazdığı “Bedâyi el-Züruf fî Vakâyî el-duhur” adlı eserden yaptıkları alıntılarda Mısır’a sefere giden Yavuz Sultan Selim’in Memlûk Sultanı Tumanbay’ın asılışını sergileyen bir gölge oyuncusunu oğlu Kanuni Sultan Süleyman da seyretsin diye İstanbul’a götürmesi ile gölge oyununun İstanbul’a geldiğini, birkaç yıl İstanbul’da kalan gölge oyuncuları Mısır’a dönerek gösterilerini burada Türkçe olarak yaptıklarını yazarlar.
İbn İyas’ın “Bedâyi el-Züruf fî Vakâyî el-duhur” adlı kitabının Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesi ile ilgili olan cildi 2016 yılında Prof. Ramazan Şeşen tarafından “YAVUZ’UN MISIR’I FETHİ VE MISIR’DA OSMANLI İDARESİ” adıyla Türkçeye çevrildi. Kitapta Yavuz Sultan Selim’in gölge oyuncuları İstanbul’a götürmek istemesi kitapta var(11) ancak aynı kitapta giden bu kişilerin geri dönmedikleri de yazıyor.
“İstanbul’a inşaatçılardan, marangozlardan, demircilerden, mermercilerden, kaplama ustalarından, haritacılardan, mühendislerden, taşçılardan, işçilerden çeşitli gruplar gitti, adlarını hatırlamıyorum. Söylediklerine göre Hünkâr İbn Osman, Şerâbişiyin’deki Sultan el-Gavrî Medresesi gibi bir medrese inşa ettirmek istiyormuş.
İstanbul’a Yahudilerden, müsamerecilerden, Hristiyanlardan da birer grup gitti. Bunlar arasında hazine kâtibi Bânub el Kâtib, Ebu Sâid, emirüddevle, Yuhannâ el-Sağir, Yusuf bin Hebul, Şeyh el-Miskin el Sikenderi, oğlu ve isimlerini hatırlamadığım diğer Hristiyanlar, Yahudiler vardı.
Söylendiğine göre Mısır’dan İstanbul’a hareket edenlerin toplamı binlerce kişiden azdı. Gerçeğini Allah bilir. Bunların arasında kadınlar, süt çocukları, ihtiyarlar vardı. Eski zamandan beri Mısır halkı bundan daha fazla şiddet görmemişti. Eski tarihlerde de benzerini görmedim. Bu Allah’ın takdiriydi. İnsanlar vatanlarından, ailelerinden, çocuklarından ayrılıp gittiler, bir daha ülkelerine dönmediler. Kendi cinslerinden başka insanlara karıştılar.”(12)

İbn İyas gidenlerin geri dönmediklerini yazıyor, o halde Memluk Sultanlığında Türkçe Karagöz oynatılmasının nedeni İstanbul’a giden gölge oyuncuları olamaz (Paul Kahle de Kahire’de oynatılan Karagöz oyunlarının Türkçe oynatıldığını yazar(13)). Bunun nedeninin Memlûk Sultanlığında, özellikle Bahrî Memlûklar döneminde baskın olan Türk kültüründe aramak daha mantıklıdır. Bahrî Memlûklar döneminde yönetici sınıf Orta Asya’dan getirilen Türklerden oluşuyordu, Türkler bir Arap ülkesinde Araplaşmadan Türk kültürüyle yaşıyorlardı.(14)
Klasik Karagöz oyun metinlerini üç ciltlik “Karagöz” adlı kitapta yayınlayan Cevdet Kudret ise Prof. Metin And’ın bu görüşüne karşılık “Son Memlûk sultanının idamını perdeye yansıtan Mısır’lı hayalciyi Yavuz’un İstanbul’a götürmek istemesini, gölge oyununun o tarihte Türkiye’ye girdiği anlamında değil, padişahın yaptığı işleri canlandıran bir oyunu oğluna ve İstanbul seyircisine gösterme göstermek istemesi yolunda yorumlayabiliriz. Nitekim bugün bir hükümet ya da devlet başkanının yabancı bir tiyatro topluluğunu Türkiye’ye çağırması, Türkiye’de daha önce tiyatro bulunmadığı anlamına gelmez.”(15) diye yanıt vermiştir.

Nureddin Sevin yazdığı “Türk Gölge Oyunu” adlı kitapta “Pazırık Kurganı”ndan söz eder. Nureddin Sevin kitapta konunun ayrıntısına girmez(16) Pazırık Kurganı konusu ayrıntılı olarak incelenmeye değer bir konudur.

1924 yılında keşfedilen ve 1929 yılında kazılmaya başlanan Pazırık kurganı Tümülüs şeklinde İskit mezarlarından oluşmuştur ve arkeologlar tarafından M.Ö. 500 yılına tarihlenmektedir.(17) Sergei Rudenko ve Mihail Gryaznov başkanlığındaki kazılarda İskit kültürüne ait pek çok eser ortaya çıkarılmıştır. Bu eserlerin içinde iki tane de deriden kesilmiş figür bulunmuştur, bir tanesi çift başlı bir horoz diğeri ise bir geyik figürüdür. Bu figürler Rusya’nın St. Petersburg şehrindeki Hermitage Museum’dadır. İklim çok soğuk olduğu için bu figürler günümüze kadar gelmişlerdir. Figürlerin ne için yapıldığını bilemiyoruz ancak bir mezara konuldukları için dinsel bir nedeni olduğu düşünülebilir. Kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa Asya’da Altay Dağları civarında yaşayan bir topluluk M.Ö. 500 yıllarında deriden hayvan figürleri yapıyorlardı.

Çift başlı horoz, Hermitage Museum
Çift başlı horoz, Hermitage Museum (18)
Geyik, Hermitage Museum(19)

Bazı araştırmacılar İskitlerin Saka Türkleri olduğunu bazıları ise İrânî bir topluluk olduğunu savunurlar. Türk olsalar da olmasalar da İskitler Türklerin de olduğu bir bölgede yaşıyorlardı, cenaze törenleri, kılıç kültü ve kan yemini gibi Türklerle benzer kültürel özelliklere sahip göçebe ve savaşçı bir topluluktu.(20)

Tarihçi Herodot ve antik dönem tarihçilerinden Paulus Orosius “Historiae Adversus Paganos” adlı eserinde İskitlerin Anadolu’ya göç ettiklerinden bahseder.(21)

KARAGÖZ TASVİRLERİ ÇİZİM TEKNİĞİ

Karagöz oyununda kullanılan tasvirlerin özel bir çizim tekniği vardır. Gövde cepheden, kafa ise profilden çizilir, kafa profilden çizildiği için tiplemelerde iki kulak iki göz yoktur, yüzün sadece yarısını görürüz, dolayısıyla bir göz ve bir kulak vardır. Yalnız göz çiziminde özel bir durum vardır, kafa profilden çizilmesine rağmen göz karşıdan/cepheden görüldüğü gibi çizilir. Bu çizim tekniği Anadolu’da arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan duvar kabartmaları ile birebir aynıdır.

Hacıvat’ın başlığı günümüzde Orta Asya’da ve Türkiye’de de kullanılan “Börk” adlı başlıktır, “Börk” Anadolu’daki duvar kabartmalarında da vardır.

Karagöz’ün başlığı olan Işkırlak ise Ankara Kargamış’da bulunan Chimaira başına ve İvriz duvar kabartmalarındaki bereket tanrısının başlığına çok benzemektedir.

Karagöz tasvirleri ile Anadolu duvar kabartmaları arasındaki benzerlikler çok fazladır. Konu ayrıntılı olarak incelenmesi gereken bir konudur.

Continue reading →