YIKTIN PERDEYİ EYLEDİN VİRÂN
Türk kültürünün en eski unsurlarından biri olan Karagöz oyunlarının çıkış noktası tam olarak bilinememektedir. Bu konu hakkında pek çok rivayet vardır ama hiç birinin bilimsel temeli yoktur. En çok bilinen rivayet ise Bursa‘da ikinci Osmanlı Sultanı Orhan Gazi döneminde Ulu Cami’nin yapımı sırasında Karagöz’ün demirci, Hacıvat’ın ise duvarcı ustası olarak çalıştıkları, inşaatın yavaş ilerlemesinden dolayı suçlu bulunarak idam edildikleri efsanesidir. Ancak bu bir rivayet olmaktan ileri gidememektedir, zaten kendi içinde de tarihsel çelişkilerle doludur. Zira Ulu Cami Sultan Orhan döneminde değil, 1. Bayezid döneminde yapılmaya başlanmıştır, ayrıca Karagöz ve Hacıvat’ın giyim kuşamlarına baktığımızda da o zamanki Osmanlı giyim kuşamı ile ilgisinin olmadığını görüyoruz. Ayrıca Türk kültüründe bu kadar önemli izler bırakan kişiler eğer yaşamış olsalardı mutlaka bir belge olması gerekirdi, ancak şimdiye kadar böyle bir belge bulunamamıştır.
Geleneksel Türk kültürü, özellikle de Geleneksel Türk tiyatrosu hakkında akademik çalışmalarıyla tanınan, geçtiğimiz aylarda yitirdiğimiz Prof Metin And ise yabancı bir kaynağı referans göstererek Karagöz sanatının Osmanlı toplumuna Mısır’dan geldiğini söylemektedir. Prof. Metin And’a göre 1517 yılında Mısır’a sefere çıkan Yavuz Sultan Selim Memluk Sultanı Tumanbay’ı Nil nehri üzerindeki Roda adası üzerinde astırmış, fakat astırırken ilginç bir şey olmuş ve ip üç defa kopmuş. İşte bu olayı Yavuz Sultan Selim karşısında gölge oyunu olarak oynatan bir hayal sanatçısını çok beğenen padişah bu sanatı oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın da görmesi için İstanbul’a getirmiş ve böylece gölge oyunu Osmanlı toplumuna girmiş. Prof. Metin And’ın görüşü budur ama bu görüşün de bilimsel bir dayanağı yoktur.
Söylentiler bunlardan ibaret de değildir, kimileri İspanya’dan Osmanlı’ya göç eden Yahudiler yoluyla, kimileri doğudan batıya göç eden çingeneler yoluyla geldiğini yazmışlardır ama bunların hiç biri iddialarını destekleyen bir kanıt gösterememektedirler.
1940 lı yıllarda köşe yazarları Karagöz’ün yaşayıp yaşamadığı ile ilgili bir tartışmaya girişmişlerdir, Selim Nüzher Gerçek “Türk Temaşası” adlı kitabında bu konuyu şöyle yazmış;
“… Karagöz yaşamış mı yaşamamış mı meselesi. Bunu bir müddet gazetelerimiz dillerine dolamışlar ve bu vesileyle bazı zevata reklamlar da yapmışlardı. Tarihlerde, Karagöz’ün yaşadığına ve yaşamadığına dair kat’i hiçbir vesika olmadığına ve gördüğümüz veçhile mevcut malûmatın bir takım mülahazalardan ibaret bulunduğuna göre, biz hükmünü birlikte vermeye çalışalım: Karagöz’ün varlığını, yokluğunu hars nokta-i nazarından layık olduğu ehemmiyletle düşünürsek onun fâni bir mevcut olmadığını kabul etmek daha makul olur. O şahsi yokluğuna rağmen remzî bir varlıkla asırlarca Türk ruhunda, Türk vicdanında yaşamış mâşeri bir mevcuttur. Böyle bir mevcut ise tecelli sırrına mazhar olurken hakiki bir ferd gibi ete, kemiğe ve sinire muhtaç değildir. Buddha, İsa gibi mâşeri mevcudların şahsı daima münakaşa mevzuu olmuştur. Fakat bu yokluk iddiasından bunların hiç birinin kıymeti ve ehemmiyeti azalmamıştır. Karagöz de renkli bir deve derisine bürünerek tecessüm ettiği zaman hakikatten daha canlı bir hayal şeklindedir. Ezelî ve ebedî bir hüviyettir. Türk, Karagöz’ü bulmamış, almamış; Onu dehâsından yaratmış ve ona kendi özünden ölmez bir can vermiştir.”
Gölge oyunu tekniği Asya ülkelerinden çıkmıştır. Naçizane düşünceme göre; Türkler Orta Asya’dan göçerlerken doğal olarak bu tekniği biliyorlardı, Anadolu’ya göç ettikten sonra bu tekniği Aadolu’da daha önce yaşamış olan toplumların kültürleriyle birleştirerek Karagöz sanatının ilk hâlini ortaya çıkarmışlar ve bu sanat daha sonra gelişerek günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde Orta Anadolu’da arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan Hitit kabartmalarına baktığımızda Karagöz Hacıvat figürleri ile Hitit duvar kabartmaları arasında hemen hemen bire bir benzerlik görürüz, ucu kıvrık ayakkabıları, kısa paçalı şalvarları, Hacıvat’ın iki eli yumruk halinde çenesinin altında birleştirmesi, Karagöz’ün sol eli çenesinin altında yumruk halinde, sağ elinin ise bel seviyesinde öne doğru uzanmış olması tam anlamıyla Hitit kabartmaları ile benzerlik göstermektedir. Türkler Anadolu’ya 1071 yılında Malazgirt meydan muharebesi ile girmişlerdir, o tarihlerde bu Hitit kabartmaları bilinmediğine göre bu benzerlik nereden gelmektedir? Demek ki hem Karagöz tasvirlerini ortaya çıkaran hem de Hitit duvar kabartmalarını yapan insanlar aynı kültürel kaynaktan beslenmektedirler.
Tek Kişilik Orkestra
Karagöz, deriden yapılmış tasvirler (figürler) ile beyaz bir perde üzerinde oynatılır. Arkadan vuran ışık tasvirlerin gölgesini beyaz perde üzerine düşürür. Hayâlî’nin elinde can bulan tasvirler kendilerine biçilmiş olan rolü oynarlar ve rolleri bitince yine sandığa girerler. İşte bu da Karagöz’ün tasavvufî sembolizmidir. Perde dünyayı, tasvirler insanları, arkada yanan ışık ruhu temsil eder, ışık yanınca yani ruh verilince tasvirler yani insanlar, perdeye yani dünyaya gelerek kendilerine biçilmiş olan rolü oynarlar. Işık kapanınca yani ruh gidince tasvirler yani insanlar yine vardırlar ama görünür alemden görünmez aleme geçmişlerdir. Bu konu bazı insanlar tarafından tartışma konu yapılmışsa da İslamiyet’in hoşgörüsü her zaman Karagöz’ün yanında olmuştur. Din adamları tarafından her şeyden önce gölge tiyatrosundaki görüntülerin cansız oldukları, dolayısıyla tek ve biricik yaratıcı olan Tanrı’nın işine karışılmamış olduğuna kanıtlar ileri sürülmüştür.
Tasvirler, Musiki ve Oyun
Karagöz oyunlarında kullanılan yüzlerle ifade edebileceğimiz tasvir çeşitleri vardır, en çok bilinenler Karagöz, Hacıvat, Zenne, Çelebi, Beberuhi, Tuzsuz Deli Bekir tiplemeleridir ama bunların haricinde o kadar çok tasvir vardır ki tam bir sayı vermek mümkün değildir. Her Hayâlî kendi yazdığı oyunlar için de klasik tiplemelerin haricinde tasvirler yapabilir. Karagöz oyunları ortaya çıktıktan ve yayılmaya başladıktan sonra Osmanlı toplumu içinde yer alan her etnik grup zaman içinde Karagöz perdesinde yerini almıştır. Rumelilisinden, Acemine, Lazından, Arabına kadar Osmanlı toplumunun içinde yaşayan tüm insanları Karagöz perdesinde görebiliriz.
Tasvir, Karagöz için özel olarak yarı şeffaf olarak tabaklanmış derilerden yapılır. Deri önce güzelce kazınır ve zımpara yaparak temizlenir. Daha sonra yapılacak olan tasvir derinin üzerine çizilir ve kesici bir alet ile kesilir, iç hatları ışığı geçirmesi için delinir, tüm bu işlemler bittikten sonra kök boyalar ile boyanır ve eklem yerlerinden birbirine bağlanır, son olarak da sopanın takılacağı deliğin açılacağı bölgeye deliğin daha derin olmasını sağlamak amacıyla yuvarlak bir deri parçası dikilir ve sopa deliği açılır. Artık tasvir oynatmaya hazır hâle gelmiştir.
Karagöz sanatımızda musiki de çok önemli bir yer tutar, her tipleme kendi karakteristik özellikleriyle uygun bir müzik eşliğinde perdeye gelir, Karadenizli Karadeniz türküsü ile, Arnavut ya da Rumelili Rumeli türküsü ile, Rum Sirtaki ile, Frenk Polka ile, Çelebi (İstanbul Efendisi) İstanbul türküsü ile vs.
Oyun önce göstermelik denilen figürün nâreke (Karagöz oyunlarında kullanılan içi boş bir kamış, ney gibi ses çıkarır) zırıltısı ve def velvelesi ile kaldırılmasıyla başlar, göstermelik kaldırıldıktan sonra şarkı eşliğinde Hacıvat çelebi perdeye gelir, şarkıdan sonra Off Hay Hak diye başlayan perde gazelini okur, daha sonra ise teganni dediğimiz Karagöz’ü çağırma faslı başlar; Ah bana bir eğlence medeettt. Karagöz Hacıvat’a kızar ve bağırmamasını söyler. Hacıvat’ın bağırmaya devam etmesi üzerine aşağıya atlar ve boğuşmaya başlarlar, Hacıvat kaçar, Karagöz ise yerde kendi kendine söylenirken Hacıvat tekrar gelir ve muhavere (Atışma) bölümü başlar. Muhavere bölümünde Karagöz hacıvat’ın söylediklerini yanlış anlar ya onlara bilerek yanlış anlamlar yükleyerek ortaya bir mizah çıkmasına neden olur. Muhavereden sonra asıl oyunun olduğu fasıl bölümü başla fasıl bölümünde Karagöz ve Hacıvat’ın haricinde olan diğer tipler de rol sıraları geldikçe perdeye gelirler ve perdede bir öykü canlandırılır. Oyun bitiminde Hacıvat “Yıktın perdeyi eyledin virân, varayım sahibine haber vereyim heman” diyerek çıkar, karagöz ise “Her ne kadar sürç –i lisan ettikse affola, ehh Hacıvat bir daha oyunda yakan elime geçerse vaayyyy haline” der, ışığın sönmesiyle oyun sona erer.
Hak Ettiği İlgiyi Görmüyor
Usta bir Hayâlî’nin elinde aslında son derece eğlenceli bir hâl alan Karagöz oyunları ne yazık ki artık günümüzde amatör insanların suiistimali sonucunda ilgi görmez olmuştur. Özellikle ramazan aylarında düzenlenen ramazan etkinlikleri kapsamında oynatılan karagöz maalesef gerçek karagözü temsil etmemektedir. Bu tür etkinlikleri düzenleyen (genellikle) belediyeler bu organizasyonu bir organizatör şirkete vermekte, şirketler de daha fazla para kazanabilmek amacıyla her sanatın amatörünü bulup seyirciye sunmaktadır. Seyirci daha önceden bir usta tarafından oynatılan karagözü seyretmemiş ise “Amaaan karagöz de bu muymuş “ deyip bir daha Karagöz seyretmeye gitmemektedirler. Bu da karagöz sanatımıza olan ilgiyi her geçen yıl daha da azaltmaktadır.
Yaklaşık elli yıl öncesine kadar her evde anneanneler, babaanneler tarafından karagöz oynatılırmış, günümüzde pek bilinmese de Karagöz son derece önemli bir eğitim vasıtası olarak kullanılırmış “Aman karagöz sütünü içtin mi” “Yok ben süt içmem” “Ama Karagözüm sütünü içersen daha akıllı olursun, daha kuvvetli olursun” gibi bir takım söyleşilerle evlerdeki küçük çocuklara istenilen mesajlar verilmiştir. Ne yazık ki televizyonların yaygınlaşmasından sonra bu alışkanlık yerini televizyonlara bırakmak zorunda kalmıştır. Bizler Karagöz sanatımızın eskiden olduğu gibi saygın ve de yaygın bir hâle gelebilmesi için www.karagoz.net adresli web sitemiz vasıtasıyla “Her eve Karagöz Hacıvat” kampanyası düzenledik, ne mutlu bize ki bu kampanya sonucunda Edirne’nin sınır köylerinden Ağrı Patnos’un sınır köylerine kadar pek çok eve ve okula Karagöz girmiş durumdadır ve bundan sonra daha da yaygınlaşacağına dair inancımızı sürdürmekteyiz
Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola.
Özel kalemler Dergisi Sonbahar 2009